Türkiye Tarımının Serbest Piyasaya Uyarlanması
ve Küçük Çiftçiliğin Tasfiyesi
Abdullah Aysu

12 Eylül cuntasının oluşturduğu iklim ve atmosferi arkasına
alan Turgut Özal neoliberal politikaları uygulayabilmek için Uluslararası Para
Fonu (IMF) ve Dünya Bankası (DB) ile işbirliğine giderek işe başladı. Böylece,
Tokyo Turu’nda reddedilen tarımın serbest piyasa içine alınması 24 Ocak
Kararları’yla fiilen uygulamaya kondu ve sadece çiftçiler için değil, işçiler,
memurlar ve gençler için de hayatı cehenneme çevirecek yeni dönem başladı.
Türkiye ekonomisinin dümeni IMF ve DB’ye, tarım sektörü serbest piyasa çarkına
teslim edildi. “Kardeş kanı dökülmesine son vermek”, “iç savaşı önlemek”,
“huzur ve asayişi temin etmek”, “devletin milletiyle bölünmez bütünlüğünü tesis
etmek” gibi hedeflerle işbaşına gelen cuntanın ilk ve değişmez önceliği Türkiye
ekonomisini küresel şirketlerin isteği doğrultusunda serbest piyasaya teslim
etmekti.
Çözülüşün adımları
24 Ocak Kararları’yla Türkiye ekonomisinin ve tarımının Dünya Bankası
nezaretinde başlayan yeniden yapılandırması tarımı tahrip etti, çiftçiliği
ortadan kaldırdı, yerine şirket tarımcılığını ikame edecek noktaya adım adım
taşıdı. Süreç, 1980’de yapısal uyarlama kredisi adıyla DB tarafından verilen
beş genel uyarlama kredisiyle başladı. İlk adımda, 1982’de tohumda başlayan
liberalizasyon 1984’te tohum dış alımının serbest bırakılmasıyla tamamlandı.
Alanın böylece hazırlanmasıyla, tarım sektörünü kapsamlı bir biçimde küresel
piyasaya açan ilk adımı olarak Tarım Sektörü Yapısal Uyarlama Kredisi (Tarım
SECAL) için koşullar hazırlandı. Tarım SECAL, tarım sektörünün ürün
planlamasından kredi sistemine, girdi sağlama sisteminden sektöre dönük kamu
örgütlenmesine kadar sektörün yönetimini yeniden yapılandırdı.1 DB’nin Türkiye
ekonomisini topyekûn yeniden yapılandırmak (yani özelleştirmeler dönemini
başlatmak) üzere kredi politikalarını sektörel düzeyde derinleştirme
stratejisinin başlangıcı olan Tarım SECAL’i diğer sektörleri dönüştürmeye
hizmet eden benzer kredi anlaşmaları izledi.2 Tarım SECAL kapsamında 1984’ten
itibaren fiyatlar dolar cinsinden belirlendi, 1986’da da tam serbestleştirme
gerçekleşti. Bu dönem anlaşmaları Türkiye Zirai Donatım Kurumu (TZDK) ile
Tarımsal İşletmeler Genel Müdürlüklerini (TİGEM) içine aldı, TZDK kapatma
yoluyla tasfiye edildi, şimdilerde TİGEM’ler de kiralama adı altında parça
parça kamudan özel sektöre devredilmektedir.
Tarımdaki araştırma faaliyetleri, DB’nin 1984’teki Tarımsal
Yayım ve Uygulamalı Araştırma Kredisi ve 1992’deki Tarımsal Araştırma Projesi
Kredisi ile halledili.3 Bu kredilerle tarım ve ormancılık alanlarında
araştırmaların kapsamını genişletmek ve güçlendirmek adı altında, Tarım
Bakanlığı’nın bütçe ve planlama sistemine müdahale edildi, araştırma alanındaki
kamu güvencesi ortadan kaldırılıp araştırma kuruluşları işlevsizleştirildi.
DB kredilerinin bir başka şartı da tarımsal kredi
faizlerinin serbest bırakılmasıydı. Bu yolla devletin tarımda sübvansiyon
imkânları önemli ölçüde budandı. 1983 ve 1989’daki iki kredi anlaşmasıyla
Ziraat Bankası’nın Tarım Kredi Kooperatiflerindeki (TKK) rolü azaltıldı ve
sonunda banka önemli ölçüde tarım sisteminin dışına çıkarıldı.4
Devletin tarımdaki egemenlik ve etkisini sistemli bir
şekilde kırmayı amaçlayan Tarım SECAL anlaşmasının en yaygın teşkilâta sahip
iki kamu kurumu olan Devlet Su İşleri (DSİ) ve Köy Hizmetleri Genel
Müdürlüğü’nü (KHGM) boş geçmesi elbette düşünülemezdi. Sulama ve drenaj
alanlarıyla ilgili kredilerle bunların defterinin dürülmesine de başlandı.5 Bu
kredilerle kamu tarafından yapılan ve yürütülen sulama Sulama Birlikleri’ne devredilerek
tarımsal sulama, ticarî esaslara göre yürütülen ve yönlendirilen bir dönüşüme
uğratıldı. 1997 tarihli Sulama Yönetimi ve Yatırımlarında Katılımcı
Özelleştirme Projesi DB’nin bütün dünyada uygulatmaya çalıştığı suyun
özelleştirilmesinin altyapısını hazırladı.
1980-85 arasında beş tarımsal krediyle başlayan yeni süreç
2000’de imzalanan malî sektör, sayısal güvenlik sektörü, telekomünikasyon ve
enerji sektörlerini de kapsayan Ekonomik Reform Kredi Anlaşması ile yeni bir
aşamaya geçti.6 Bu anlaşmanın uygulama ilkelerini belirleyen 600 milyon
dolarlık Tarımsal Reform Uygulamaları Kredisi, 2001’de imzalandı.7 Ne yazık ki,
anlaşmanın Türkiye ayağındaki yetkilisi Tarım Bakanlığı değil, IMF ve DB’nin
yönlendirmesi altında olan Hazine Müsteşarlığı’ydı.
Kısacası, 1980’lerde on kredi, 1990’larda yedi kredi olmak
üzere, toplam 17 kredi anlaşması imzalanmış oldu. Her kredinin karşılığında
hükümetler tarafından bazı ödünler verildiğinden, bu krediler tarım sektörünü
serbest piyasa ekonomisine itekleyerek Türkiye’yi gelişmiş ülkelerin tarım,
gıda ve ecza şirketlerinin açık pazarı kıldı. Bu makalenin kapsamında bu
kredilerin tarımda küçük üreticinin yararlandığı son mevzileri de dağıtan bir
topçu ateşi işlevi gördüğünü hatırlatmakla yetinelim, çünkü krediler şu şartlara
bağlı olarak verilmişti:
- Desteklemelere tümüyle son verilmesi,
- Doğrudan gelir desteğine geçilmesi,
- Devletin tarımsal üretim ve tarımsal sanayi alanında hiçbir etkinlik göstermemesi,
- TZDK, ÇAY-KUR, TEKEL, Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş’den (TŞFAŞ) geriye kalanların özelleştirilmesi ya da tasfiye edilmesi,
- Tarım Satış Kooperatifleri Birliği’nin (TSKB) DB’nin uygun bulacağı biçimde yeniden düzenlenmesi.
Böylece, bir yandan ülkenin ürün deseni değişirken bir yandan devletin (ve Tarım Bakanlığının) ülke tarımındaki kör topal da olsa uygulanan öncülük, koruyuculuk, düzenleyicilik rolü ortadan kalktı. Tarım ülke ihtiyaçlarının karşılanmasına değil, küresel şirketlerinin kârlılığına öncelik veren bir mecraya sokuldu.
- Desteklemelere tümüyle son verilmesi,
- Doğrudan gelir desteğine geçilmesi,
- Devletin tarımsal üretim ve tarımsal sanayi alanında hiçbir etkinlik göstermemesi,
- TZDK, ÇAY-KUR, TEKEL, Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş’den (TŞFAŞ) geriye kalanların özelleştirilmesi ya da tasfiye edilmesi,
- Tarım Satış Kooperatifleri Birliği’nin (TSKB) DB’nin uygun bulacağı biçimde yeniden düzenlenmesi.
Böylece, bir yandan ülkenin ürün deseni değişirken bir yandan devletin (ve Tarım Bakanlığının) ülke tarımındaki kör topal da olsa uygulanan öncülük, koruyuculuk, düzenleyicilik rolü ortadan kalktı. Tarım ülke ihtiyaçlarının karşılanmasına değil, küresel şirketlerinin kârlılığına öncelik veren bir mecraya sokuldu.
Zemini hazırlama aşaması
IMF, Dünya Bankası, DTÖ ve AB Ortak Tarım Politikası (OTP) patentiyle 1980’den itibaren uygulanan politikalar Türkiye’nin özellikle Büyük Bunalım ve İkinci Paylaşım Savaşı sırasında kurduğu ve esas olarak büyük toprak sahipleri ile ticaret burjuvazisinin çıkarlarını gözetse de köylüye de bir ölçüde koruma ve güvence sağlayan kurumların bir bir tasfiyesini gerektiriyordu.
1980’le başlayan “serbest piyasacılık” dönemine dek, her ne kadar (toprak ağaları-tefeci tüccar sermayesi ittifakı eliyle) ta başından uğradığı müdahale ve sabotajlarla çarpık ve eksik kurulmuş da olsa az çok “genel çıkarı” ya da “ortak iyiyi” hedefleyen bir kamu-çiftçi-tüketiciler zincirinden söz edilebilirdi.8 Söz konusu zincirde kamunun rolü üretici ve tüketiciyi koruma amaçlıydı. Bu zincirin büyük tarım, gıda ve ecza şirketlerine geçmesi için küresel ölçekte çalışmalar başladı, tarımın tahribatına böyle geçilebildi.
IMF, Dünya Bankası, DTÖ ve AB Ortak Tarım Politikası (OTP) patentiyle 1980’den itibaren uygulanan politikalar Türkiye’nin özellikle Büyük Bunalım ve İkinci Paylaşım Savaşı sırasında kurduğu ve esas olarak büyük toprak sahipleri ile ticaret burjuvazisinin çıkarlarını gözetse de köylüye de bir ölçüde koruma ve güvence sağlayan kurumların bir bir tasfiyesini gerektiriyordu.
1980’le başlayan “serbest piyasacılık” dönemine dek, her ne kadar (toprak ağaları-tefeci tüccar sermayesi ittifakı eliyle) ta başından uğradığı müdahale ve sabotajlarla çarpık ve eksik kurulmuş da olsa az çok “genel çıkarı” ya da “ortak iyiyi” hedefleyen bir kamu-çiftçi-tüketiciler zincirinden söz edilebilirdi.8 Söz konusu zincirde kamunun rolü üretici ve tüketiciyi koruma amaçlıydı. Bu zincirin büyük tarım, gıda ve ecza şirketlerine geçmesi için küresel ölçekte çalışmalar başladı, tarımın tahribatına böyle geçilebildi.
Tarımın serbest piyasa içine çekilebilmesi için öncelikle
devlet ile çiftçinin bağının koparılması gerekiyordu. IMF ve DB bu amaçla a) tarımsal
girdilere uygulanan sübvansiyonların tedricen kaldırılması, b) tarımsal kredi
faizlerinin yükseltilmesi, c) tarımsal Kamu İktisadî Teşekküllerinin
özelleştirilmesi, d) destekleme alımları yapan kuruluşların özelleştirilmesi ya
da işlevsizleştirilmesi “buyruğunu” verdi.
Kapitalist merkezlerce dayatılan ekonominin yeniden yapılandırılması görevi belirttiğimiz gibi 12 Eylül darbecilerinin “ortalığı temizlemesiyle” 1983’te iktidara gelen Anavatan Partisi (ANAP) iktidarında başladı. Bu partinin 1991’e dek sürecek iktidarının ilk altı yılında Başbakanlık görevini 24 Ocak kararlarının mimarlarından Turgut Özal yürüttü. KİT’lerin özelleştirilmesini engelleyen yasaları değiştirmekle işe başlayan Özal çiftçi ile devletin bağını koparmak için ayrıca,
- Üç yanı denizle çevrili ülkenin akarsu ve göllerindeki ürünlerden doğru ve iyi yararlanılmasında önemli görevler üstlenen ve daha geliştirilmesi gerekirken Su Ürünleri Genel Müdürlüğü’nü,
- Gıdaların kalite ve sağlıklılığının hem test hem de kontrolünü gerçekleştiren Gıda Kalite ve Kontrol Genel Müdürlüğü’nü,
- Hayvanların sağlıklı yetiştirilmesi ve tüketicilerin sağlıklı hayvansal gıda tüketmesinde yararlı görev gören Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü’nü,
- Üretici köylüyü yeniliklerle buluşturan Ziraat İşleri Genel Müdürlüğü’nü,
- Bitki sağlığı ve zararlılarla mücadelede etkili teknik ve bilgi desteği sunan Zirai Mücadele ve Karantina Genel Müdürlüğü’nü,
- Tarım topraklarının amaç dışı kullanımını engelleyen Toprak-Su Genel Müdürlüğü’nü kapattı.
ANAP Hükümetinin kapattığı bu genel müdürlüklerden boşalan yerlere özel sektör girdi; tarım toprakları kâr amaçlı olarak konuta ve sanayiye açıldı. İlaç ve gübre kullanımı yakın zamana kadar özel sektörün “ne kadar çok satarsa o kadar çok pirim alacak olan” gezgin satıcılarının eline terk edildi.
Kapitalist merkezlerce dayatılan ekonominin yeniden yapılandırılması görevi belirttiğimiz gibi 12 Eylül darbecilerinin “ortalığı temizlemesiyle” 1983’te iktidara gelen Anavatan Partisi (ANAP) iktidarında başladı. Bu partinin 1991’e dek sürecek iktidarının ilk altı yılında Başbakanlık görevini 24 Ocak kararlarının mimarlarından Turgut Özal yürüttü. KİT’lerin özelleştirilmesini engelleyen yasaları değiştirmekle işe başlayan Özal çiftçi ile devletin bağını koparmak için ayrıca,
- Üç yanı denizle çevrili ülkenin akarsu ve göllerindeki ürünlerden doğru ve iyi yararlanılmasında önemli görevler üstlenen ve daha geliştirilmesi gerekirken Su Ürünleri Genel Müdürlüğü’nü,
- Gıdaların kalite ve sağlıklılığının hem test hem de kontrolünü gerçekleştiren Gıda Kalite ve Kontrol Genel Müdürlüğü’nü,
- Hayvanların sağlıklı yetiştirilmesi ve tüketicilerin sağlıklı hayvansal gıda tüketmesinde yararlı görev gören Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü’nü,
- Üretici köylüyü yeniliklerle buluşturan Ziraat İşleri Genel Müdürlüğü’nü,
- Bitki sağlığı ve zararlılarla mücadelede etkili teknik ve bilgi desteği sunan Zirai Mücadele ve Karantina Genel Müdürlüğü’nü,
- Tarım topraklarının amaç dışı kullanımını engelleyen Toprak-Su Genel Müdürlüğü’nü kapattı.
ANAP Hükümetinin kapattığı bu genel müdürlüklerden boşalan yerlere özel sektör girdi; tarım toprakları kâr amaçlı olarak konuta ve sanayiye açıldı. İlaç ve gübre kullanımı yakın zamana kadar özel sektörün “ne kadar çok satarsa o kadar çok pirim alacak olan” gezgin satıcılarının eline terk edildi.
Özal hükümeti ayrıca, DB ve temsil ettiği küresel
şirketlerin talepleri uyarınca tarımdaki devlet tekellerinin kaldırılması
işlemlerini başlatarak Türkiye kırsalındaki toplumsal dokuyu kökten
değiştirecek tasfiye sürecinin önünü açtı. İşe çayla başlandı; tütün ve
şekerdeki devlet tekellerinin tasfiyesi Özal’ın ekonomi politikalarına
“muhalefet eden” başka siyasal partilerin hükümetlerine nasip olacaktı.
Çay Yasası: Çay tarımı genellikle, küçük aile işletmeciliğine dayandığından bölge için ekonomik, sosyal ve politik önemi vardı. Bölge insanının çay tarımıyla yoğun bir şekilde uğraşması ve çay sanayinde görev alması nedeniyle bilgi beceri ve kültüründe farklılaşma ve gelişme görülmüş, çay üretimi ve sanayisi bölge halkı için önemli istihdam kaynağı olmuştu.
Çay Yasası: Çay tarımı genellikle, küçük aile işletmeciliğine dayandığından bölge için ekonomik, sosyal ve politik önemi vardı. Bölge insanının çay tarımıyla yoğun bir şekilde uğraşması ve çay sanayinde görev alması nedeniyle bilgi beceri ve kültüründe farklılaşma ve gelişme görülmüş, çay üretimi ve sanayisi bölge halkı için önemli istihdam kaynağı olmuştu.
Gıda üretiminin önemli alt sektörü olan ve küçük aile tarımı
şeklinde yapılan çay tarımı ve sanayindeki kamuya ait çay tekeli 44 yıl sonra,
04 Aralık 1984 tarih ve 3092 sayılı kanunla kaldırıldı, çay tarımı, işlenmesi
ve satışı serbest bırakıldı.
Şeker Yasası: ANAP hükümetlerinin başladığı işi tamamlamak
28 Mayıs 1999-18 Kasım 2002 arasındaki DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümetine nasip
oldu. Bu hükümet, 4 Nisan 2001’de IMF ve DB’nin isteğiyle 4634 sayılı Şeker
Yasası’nı çıkardı.
Şeker pancarı çiftçilerin bitkisel üretim ile hayvan
yetiştiriciliğini bir arada yapabilmesine olanak sunan önemli bir endüstri
bitkisidir. Şeker pancarının tüm yan ürünleri, baş ve yaprakları, küspesi
melası en ucuz kaba yem olarak değerlendirilir. Bir dekar şeker pancarı yan
ürünlerinin içerdiği hayvansal besin değeri 500 kilogram arpaya eşdeğerdir.
Başka bir deyişle, bir dönüm şekerpancarı yetiştirirken hayvanlar için de
yaklaşık iki dönüm arpa yetiştirmiş gibi ek değer üretilir. Kendisinden sonra
ekilen hububatta ise yüzde 20 verim artışı sağlayan, baş ve yapraklarının
toprakta bırakılması halinde dekara 5 kilogram saf fosfor ve 15 kilogram
potasyuma eşdeğer bitki besin maddesi temin eden bu eşsiz ürünün 450 bin aile
tarafından 65 ilde, 7 bin 200 yerleşim biriminde ziraatı yapılmaktaydı. Bütün
bu özellikleriyle tarımın şirketleşmesinin önünde engeldi, çünkü çiftçi, 1
dekar şeker pancarından elde ettiği geliri 4-5 dekar buğday ekerek elde
edebilmekteydi. Şeker pancarı, tarıma oluşturduğu bu dayanaklar sayesinde, hayvan
yetiştiriciliği ile bitkisel üretimin birlikte yapıldığı işin adı olan tarımın,
doğal yollarla yaşayabilmesine olanak sağlamakta, küçük aile çiftçiliğin
sürmesine destek olmaktaydı.
Şeker pancarının bir başka önemli özelliği istihdam
yaratmasıydı. Ekim sahalarında yüzde 40 oranında işgücü değerlendirilmekteydi.
Şeker pancarı tarımı buğdaya göre 18 kat, ayçiçeğine göre 4.4 daha fazla
istihdam yaratır, yan ürünleriyle de süt ve et hayvancılığını teşvik eder.9
Şeker Yasası sonrasında,
- Pancar üreticileri yaklaşık 2 milyon dekar arazide artık pancar ekemiyor,
- 175 bin üretici üretim dışına çıkarıldı,
- 200 bin büyükbaş hayvanın yaş küspe ihtiyacı karşılanamıyor,
- şeker fabrikalarında çalışan işçiler işlerinden ve aşından oluyor,
- 18 milyon ton olan şeker pancarı üretimi geriledi,
- ekolojik denge azalan şeker pancarı üretimi oranında bozuldu, çünkü bir dekar şeker pancarının sağladığı oksijen üç dekar çam ormanına eşittir.10
Şeker Yasası sonrasında,
- Pancar üreticileri yaklaşık 2 milyon dekar arazide artık pancar ekemiyor,
- 175 bin üretici üretim dışına çıkarıldı,
- 200 bin büyükbaş hayvanın yaş küspe ihtiyacı karşılanamıyor,
- şeker fabrikalarında çalışan işçiler işlerinden ve aşından oluyor,
- 18 milyon ton olan şeker pancarı üretimi geriledi,
- ekolojik denge azalan şeker pancarı üretimi oranında bozuldu, çünkü bir dekar şeker pancarının sağladığı oksijen üç dekar çam ormanına eşittir.10
Sadece şeker pancarı üretimine getirilen yüzde 10’luk kota
bu kadar yoksulluğa ve işsizliğe neden oldu. Yasayla nişasta bazlı şeker (NBŞ)
kotalarının yüzde 50 artışı veya eksiltme yetkisi Bakanlar Kurulu’na verildi.
Bakanlar Kurulu bu yetkiye sahip olduğundan bu yana NBŞ kotasını hep yüzde 50
arttırdı. NBŞ kotasının arttırılmasıyla,11
- NBŞ üretimi 117 bin ton arttı, pancar şekeri üretimi 117 bin ton düştü,
- kg. başına 12 TL katma değer yaratan pancar şekeri yerine NBŞ kullanıldığında, 50 kuruşluk kâr için 11,5 TL katma değer kaybedildi, yılda 1 milyon 345,5 TL’lik katma değer kaybı yaşandı,
- pancar üretiminde 850 bin ile 1 milyon ton kayıp oldu,
- 60 bin çiftçi ailesi pancar üretimi yapmaktan alıkondu,
- 400 bin dönüm arpaya eşdeğer yem üretimi ve nakliye sektöründe 2 milyon ton iş hacmi kaybına neden olundu,
- NBŞ kotası yüzde 50 arttırılmasa 5 adet NBŞ üreticisi şirket 150 milyon TL kârdan olacaktı. Türkiye binlerce çiftçisiyle birlikte 250 milyon ilave katma değerini kaybetti.
Tütün Yasası: DSP-MHP-ANAP çiftçiliği ortadan kaldıracak, şirket tarımcılarına avantaj sağlayacak, tütün üreticilerinin yıkımına neden olacak, üzüm üreticilerini derinden etkileyecek olan Tütün Yasasını çıkararak yola devam etti.
- NBŞ üretimi 117 bin ton arttı, pancar şekeri üretimi 117 bin ton düştü,
- kg. başına 12 TL katma değer yaratan pancar şekeri yerine NBŞ kullanıldığında, 50 kuruşluk kâr için 11,5 TL katma değer kaybedildi, yılda 1 milyon 345,5 TL’lik katma değer kaybı yaşandı,
- pancar üretiminde 850 bin ile 1 milyon ton kayıp oldu,
- 60 bin çiftçi ailesi pancar üretimi yapmaktan alıkondu,
- 400 bin dönüm arpaya eşdeğer yem üretimi ve nakliye sektöründe 2 milyon ton iş hacmi kaybına neden olundu,
- NBŞ kotası yüzde 50 arttırılmasa 5 adet NBŞ üreticisi şirket 150 milyon TL kârdan olacaktı. Türkiye binlerce çiftçisiyle birlikte 250 milyon ilave katma değerini kaybetti.
Tütün Yasası: DSP-MHP-ANAP çiftçiliği ortadan kaldıracak, şirket tarımcılarına avantaj sağlayacak, tütün üreticilerinin yıkımına neden olacak, üzüm üreticilerini derinden etkileyecek olan Tütün Yasasını çıkararak yola devam etti.
Tütün, küçük aile çiftçileri tarafından yapılan bir
faaliyettir: Tütüncü aile 14 aya yayılan zaman diliminde toprağı 3-4 kez işler.
Yoğun ve incelik isteyen bir emek sonucu ekonomik değeri yüksek ürün elde eder.
Tütünü tütün makinesi ve traktörü olmayan yoksul çiftçiler de ekebilir,
ailesiyle birlikte çalışabilir.
Kanun çıkarıldığında Türkiye’de sigara tüketimi 168 bin
tondu. Bu da 8.4 milyar paket sigara demekti. Yasanın çıkarıldığı dönemde bir
paket sigaranın ortalama fiyatını 1 milyon kabul edersek, sigara pazarının
değeri 8.4 katrilyon liraydı. Bunun yaklaşık 6 katrilyonu vergidir. Bu
hacimdeki büyük pazar küresel tütün ve sigara şirketlerinin iştahını
kabartıyordu. Türkiye’de 2000 yılı itibarıyla 200-220 bin ton tütün
üretilmekteydi. Tüketim ise 170 bin tondu. 110 bin ton da ihracat yaptığımız
hesaba katıldığında, Türkiye’nin ihtiyacı 280 bin tondu.12
Muhalefetteyken Tekel’in özelleştirilmesine karşı politika
yürütenler iktidar olduklarında “ülkemizde tütün yakılmaktadır” ifadesini
dillerine pelesenk edip özelleştirme için kamuoyu oluşturma çabasına girdiler.
Pazar hacmi ve devlet kasasına sağladığı gelirin yanı sıra, şark tütünü daha az verimli ve meyilli arazilerde yetişiyor. Onun yetiştiği yerde çiftçinin başka ürün ikame etmesi mümkün değil. Bu arazilerde ekim yapılamayacağından yağmur ve rüzgâr erozyonuyla toprak tabakası kaybolacak, verimli topraklar akacak, verimsiz kaya tabakaları kalacak. Toprak üretim dışı kalacak, doğa tahrip olacak. Bunların hepsinin bilinmesine karşın dış güdümlü politikacılar buna aldırmadılar. Yasanın çıkarıldığı dönemde Türkiye’de 5001 köyde tütün ekimi yapılırken tütün üreticisi aile sayısı ise 575.796 idi,13 çoğunluğu tütün üretemeyerek kentlere göç etmek zorunda kaldı. Çiftçiler üretemez duruma geldikten sonra, tütün fabrikasının işçileri de işsiz kalacaktı.
Pazar hacmi ve devlet kasasına sağladığı gelirin yanı sıra, şark tütünü daha az verimli ve meyilli arazilerde yetişiyor. Onun yetiştiği yerde çiftçinin başka ürün ikame etmesi mümkün değil. Bu arazilerde ekim yapılamayacağından yağmur ve rüzgâr erozyonuyla toprak tabakası kaybolacak, verimli topraklar akacak, verimsiz kaya tabakaları kalacak. Toprak üretim dışı kalacak, doğa tahrip olacak. Bunların hepsinin bilinmesine karşın dış güdümlü politikacılar buna aldırmadılar. Yasanın çıkarıldığı dönemde Türkiye’de 5001 köyde tütün ekimi yapılırken tütün üreticisi aile sayısı ise 575.796 idi,13 çoğunluğu tütün üretemeyerek kentlere göç etmek zorunda kaldı. Çiftçiler üretemez duruma geldikten sonra, tütün fabrikasının işçileri de işsiz kalacaktı.
Yabancı sigara üreticilerinin nikotinin bağımlılık yapıcı
etkisini arttıran ve insan sağlığına zararlı, ölümcül hastalıklara yol açan
katkı maddelerinin kullanıldığı kendilerince de ikrar etmiş olan ürünlerinin
piyasaya hâkim olacağı bilindiği halde buna da aldırılmadı.
Kısacası, ülke ekonomisinin, toprak ve doğanın, çiftçilerin,
işçilerin ve insan sağlığının zarar göreceğini, küresel sigara şirketlerinin
kazanacağını bilerek çıkardılar bu yasayı.
Tütün Yasası sonrasında,
- küresel sigara şirketleri tütün ve sigara işini ele geçirme emellerine kavuştu,
- Tekel tütünde destekleme fiyatı ve alımı yapmaktan çıkarıldı. Tekel’e bağlı suma fabrikaları, üzüm üreticisinin üzümlerini artık almıyor,
- yaklaşık 583 bin olan tütün üreticisi sayısı 2010’larda 50.685’e geriledi,14
- 2000’de 234 bin hektarda tütün üretiliyordu, 2011’de tütün üretim alanı 40-50 bin hektara geriledi,15
- 2000’de 208 bin ton tütün üretilirken 2010’da 53.018 ton tütün elde edildi,16
- Tekel alımda olsaydı, tütünün kilo fiyatı 40 TL’den aşağı olmayacaktı, şu anda tütünün kilosu ortalama 12.5 TL’ye bile ulaşmıyor.17
Uygulanan bu politikalarla üreticiler ve köylülerle devletin bağı koparıldıktan sonra sıra, çiftçilerin örgütleriyle bağını koparmaya gelmişti.
Çiftçilerin örgütleriyle bağının koparılması aşaması: DSP-MHP-ANAP Koalisyonu, IMF ve DB’nin isteğiyle şirketlerin egemenliğini sağlamak için 4572 sayılı Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri Yasası’nı (TSKB) çıkardı.18
Bu yasa ile
- birlik yönetimlerinin üzerinde üst bir yetkiyle donatılan Yeniden Yapılandırma Kurulları (YYK) oluşturuldu. Kooperatif arsalarının satılması, işçilerin işine son verilmesi, entegre tesislerin şirketlere dönüştürülmesinde YYK belirleyici hale getirildi;
- kooperatiflere ait fabrikaların üç yıl içerisinde şirketlere dönüştürülmesi öngörülerek Birlik fabrikalarının özelleştirilmesinin önü açıldı. Ürün bazında kurulu kooperatiflerin, entegre tesislerinin şirketleştirilmesiyle bu ürünler de şirketlerin belirleyiciliğine girmiş oldu;
- birliklerin devlet veya diğer kamu finans kurum ve kuruluşlarından malî destek almasına ve devlet bankalarından kredi sağlamasına engel konuldu;
- birliklere banka kurma yasağı getirildi.
- küresel sigara şirketleri tütün ve sigara işini ele geçirme emellerine kavuştu,
- Tekel tütünde destekleme fiyatı ve alımı yapmaktan çıkarıldı. Tekel’e bağlı suma fabrikaları, üzüm üreticisinin üzümlerini artık almıyor,
- yaklaşık 583 bin olan tütün üreticisi sayısı 2010’larda 50.685’e geriledi,14
- 2000’de 234 bin hektarda tütün üretiliyordu, 2011’de tütün üretim alanı 40-50 bin hektara geriledi,15
- 2000’de 208 bin ton tütün üretilirken 2010’da 53.018 ton tütün elde edildi,16
- Tekel alımda olsaydı, tütünün kilo fiyatı 40 TL’den aşağı olmayacaktı, şu anda tütünün kilosu ortalama 12.5 TL’ye bile ulaşmıyor.17
Uygulanan bu politikalarla üreticiler ve köylülerle devletin bağı koparıldıktan sonra sıra, çiftçilerin örgütleriyle bağını koparmaya gelmişti.
Çiftçilerin örgütleriyle bağının koparılması aşaması: DSP-MHP-ANAP Koalisyonu, IMF ve DB’nin isteğiyle şirketlerin egemenliğini sağlamak için 4572 sayılı Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri Yasası’nı (TSKB) çıkardı.18
Bu yasa ile
- birlik yönetimlerinin üzerinde üst bir yetkiyle donatılan Yeniden Yapılandırma Kurulları (YYK) oluşturuldu. Kooperatif arsalarının satılması, işçilerin işine son verilmesi, entegre tesislerin şirketlere dönüştürülmesinde YYK belirleyici hale getirildi;
- kooperatiflere ait fabrikaların üç yıl içerisinde şirketlere dönüştürülmesi öngörülerek Birlik fabrikalarının özelleştirilmesinin önü açıldı. Ürün bazında kurulu kooperatiflerin, entegre tesislerinin şirketleştirilmesiyle bu ürünler de şirketlerin belirleyiciliğine girmiş oldu;
- birliklerin devlet veya diğer kamu finans kurum ve kuruluşlarından malî destek almasına ve devlet bankalarından kredi sağlamasına engel konuldu;
- birliklere banka kurma yasağı getirildi.
Üreticilerin birlikleriyle-örgütleriyle bağının koparılması
bu yasayla başarıldı. Şimdi sıra “çiftçileri çiftçilikten çıkarma” aşamasına
gelmişti.
Bu aşamayı incelemeye geçmeden önce kronolojik bir geri dönüş gerekli: Sosyalist sol ve Kürt hareketi dışında Türkiye’de temsil edilen her siyasal hareketin ve partinin hükümetlerde, dolayısıyla da ekonomik yıkım politikalarında pay sahibi olduğunu görmüştük. Hayvancılığın halledilmesi de Doğru Yol Partisi (DYP) ile Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP, sonradan CHP) koalisyonuna havale edilmişti.
Hayvan varlığının tahribi: Önce Süleyman Demirel, onun Cumhurbaşkanlığına geçmesiyle de Tansu Çiller başbakanlığındaki DYP-SHP Hükümetleri (Mayıs 1991- Ekim 1995) hayvancılığı düzenleyen kurumların tasfiyesini üstlendi. Bu doğrultuda Et ve Balık Kurumu (EBK), Yem Sanayi (YEMSAN) ve Süt Endüstrisi Kurumu (SEK) özelleştirildi. Bu kurumları alan şirketler ilk iş olarak yem fiyatlarını arttırdı, SEK’i alan şirketlerse süt fiyatını düşürdüler. Hayvan yetiştiricisi çiftçiler de hayvanlarını ellerinden çıkarmak zorunda kaldı. Hayvanlarından yoksun bırakılan çiftçinin hayatına bu kez kredi kartlarıyla bankalar girdi. Çiftçilerin kara günlerde satacakları danaları, koyunları kalmayınca kredi kartlarına yüklendiler. Düzenli kazançları olmadığı için kredi ödemelerini gününde yapamadılar, bindirilen faizler nedeniyle kartopu gibi büyüyen borçlarını ödeyemez oldular; önce traktörleri haciz edildi, sonra da, topraklarını kaybetmeye başladılar. Tarımda tahribat, hayvancılık sektöründeki özelleştirmelerle hız kazandı, tespih taneleri gibi dağıldılar.
Bu aşamayı incelemeye geçmeden önce kronolojik bir geri dönüş gerekli: Sosyalist sol ve Kürt hareketi dışında Türkiye’de temsil edilen her siyasal hareketin ve partinin hükümetlerde, dolayısıyla da ekonomik yıkım politikalarında pay sahibi olduğunu görmüştük. Hayvancılığın halledilmesi de Doğru Yol Partisi (DYP) ile Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP, sonradan CHP) koalisyonuna havale edilmişti.
Hayvan varlığının tahribi: Önce Süleyman Demirel, onun Cumhurbaşkanlığına geçmesiyle de Tansu Çiller başbakanlığındaki DYP-SHP Hükümetleri (Mayıs 1991- Ekim 1995) hayvancılığı düzenleyen kurumların tasfiyesini üstlendi. Bu doğrultuda Et ve Balık Kurumu (EBK), Yem Sanayi (YEMSAN) ve Süt Endüstrisi Kurumu (SEK) özelleştirildi. Bu kurumları alan şirketler ilk iş olarak yem fiyatlarını arttırdı, SEK’i alan şirketlerse süt fiyatını düşürdüler. Hayvan yetiştiricisi çiftçiler de hayvanlarını ellerinden çıkarmak zorunda kaldı. Hayvanlarından yoksun bırakılan çiftçinin hayatına bu kez kredi kartlarıyla bankalar girdi. Çiftçilerin kara günlerde satacakları danaları, koyunları kalmayınca kredi kartlarına yüklendiler. Düzenli kazançları olmadığı için kredi ödemelerini gününde yapamadılar, bindirilen faizler nedeniyle kartopu gibi büyüyen borçlarını ödeyemez oldular; önce traktörleri haciz edildi, sonra da, topraklarını kaybetmeye başladılar. Tarımda tahribat, hayvancılık sektöründeki özelleştirmelerle hız kazandı, tespih taneleri gibi dağıldılar.
EBK, SEK ve YEM SANAYİ özelleştirilmeden önce, 1980’de 87
milyona ulaşan19 hayvan sayısı 2009’da 37.7 milyona geriledi.20 Türkiye
hayvansal ürünlerde ihracatçı konumdan ithalatçı konuma getirildi. En önemlisi
de, bitkisel üretimle hayvan yetiştiriciliğini bir arada yapan küçük aile
çiftçileri, ürettikleri bitkilerle hayvanlarını beslerken, hayvan gübrelerini
de toprağa saçarak hem ekolojik bozulmayı bir ölçüde önlüyor hem de şirket
tarımcılığına karşı kendilerini savunabiliyordu. Hayvancılık alanındaki özelleştirmeler,
küçük aile çiftçiliği uğraşındaki köylülerin üretim girdisi üreten ve
pazarlayan şirketlere karşı direncini kırdı. Kimyasala dayalı üretilen ürünler
besin değeri bakımından fakirleşti. İlaç kalıntısı nedeniyle sağlık için risk
oluşmaya başladı. Sadullah Usumi bu durumu şöyle anlatıyor:21 “Piyasalarda
rekabet ortamı yaratan SEK devletin elinden çıkınca süt alım fiyatlarını
sanayiciler tespit etmeye başladı. SEK satılmadan önce üreticilerin 18 bin
liraya satabildiği sütlerin fiyatları üç beş ay içinde 12 bin liraya düşürüldü.
Et piyasalarında denetim kalmadı. Üreticilerden ucuz fiyatlarla alınan et ve
süt ürünleri tüketiciye yüksek fiyatlarla satıldı. Süt alım fiyatları sürekli
düşürülürken, peynir, tereyağı, yoğurt gibi ürünler zamlandı.1995’te süt fiyatları
12 bin lira iken, kilo başına destek 3 bin liraydı; süt bedellerinin dörtte
biri. 1998’de süt alım fiyatları 85 liraya çıktı. Buna karşılık devlet desteği
3 bin liradan sadece 5 bin liraya çıktı. Süt bedelinin 16’ da biri… Bu arada
yem fiyatları bir yılda 60 bin liraya tırmandı… Böylece süt üreticilerinin
gelirleri azalırken, giderlerinden büyük artış oldu.”
Çiftçilerin çiftçilikten çıkarılma aşaması: Bilindiği üzere, tohum bitkisel üretimin ve gıda zincirinin ilk halkasıdır. Tarım tohumun bulunmasıyla başlamıştır. Tohum olmazsa tarım ve gıda olmaz. Toprağa gübre (organik-kimyasal) saçmazsanız, bitkiye ve böceğe ilaç atmazsanız az da olsa bir miktar ürün alabilirsiniz. Ama toprağa tohum saçmazsanız ürün elde edemezsiniz. Bu nedenle üretici köylüler ve tüketiciler için tohum yaşamla eş anlamlıdır.
Çiftçilerin çiftçilikten çıkarılma aşaması: Bilindiği üzere, tohum bitkisel üretimin ve gıda zincirinin ilk halkasıdır. Tarım tohumun bulunmasıyla başlamıştır. Tohum olmazsa tarım ve gıda olmaz. Toprağa gübre (organik-kimyasal) saçmazsanız, bitkiye ve böceğe ilaç atmazsanız az da olsa bir miktar ürün alabilirsiniz. Ama toprağa tohum saçmazsanız ürün elde edemezsiniz. Bu nedenle üretici köylüler ve tüketiciler için tohum yaşamla eş anlamlıdır.
Şirketlerin en büyük hayali de, çiftçiyi/köylüyü kendine
bağımlı kılmak için tohumu ele geçirmektir. AKP Hükümetinin 2006’da çıkardığı
5553 Sayılı Tohumculuk Yasası22 ile kamuya tohum alanından el çektirilmesi ve
çiftçilerin ürettikleri tohumlarına sadece değiş tokuş hakkı tanınması,
satışlarının engellenmesiyle meydan tohum şirketlerine bırakıldı. Tohumculuk
Kanunu’nun çıkarılmasında IMF, DB ve AB’nin etkisi büyüktür.
Tohumculuk yasasıyla,
- yurt içinde sadece kayıt altına alınmış çeşitlere ait tohumlukların ticaretine izin verilerek çiftçilerin ürettiği tohumları satmalarına engel getirildi, tohumun sadece parasız değiş tokuşuna izin verildi;
- devlet-kamu tohum üretim alanının dışına çıkarıldı, tohumun sertifikalandırılması, ticaret ve denetimini şirketlere bırakıldı;
- şirketlerle çiftçiler arasındaki anlaşmazlıklarda devlet değil, tohum şirketlerinin oluşturduğu Tohumcular Birliği yetkili kılındı.
Yasa çiftçileri ihtiyaçları olan tohumu şirketlerden karşılamaya mecbur bıraktı. Oysa kendi ürettiği üründen tohumunu ayırabilene çiftçi denir. Tohumculuk Yasası’yla çiftçilerin çiftçilikle bağı koparıldı! Tarımda uygulanan IMF-DB yaptırımlarına, DTÖ normlarının yanı sıra, 3 Ekim 2003’ten itibaren Türkiye’nin AB’ye aday üye olması nedeniyle, AB Ortak Tarım Politikası (OTP) müzakereleri de eklendi.
- yurt içinde sadece kayıt altına alınmış çeşitlere ait tohumlukların ticaretine izin verilerek çiftçilerin ürettiği tohumları satmalarına engel getirildi, tohumun sadece parasız değiş tokuşuna izin verildi;
- devlet-kamu tohum üretim alanının dışına çıkarıldı, tohumun sertifikalandırılması, ticaret ve denetimini şirketlere bırakıldı;
- şirketlerle çiftçiler arasındaki anlaşmazlıklarda devlet değil, tohum şirketlerinin oluşturduğu Tohumcular Birliği yetkili kılındı.
Yasa çiftçileri ihtiyaçları olan tohumu şirketlerden karşılamaya mecbur bıraktı. Oysa kendi ürettiği üründen tohumunu ayırabilene çiftçi denir. Tohumculuk Yasası’yla çiftçilerin çiftçilikle bağı koparıldı! Tarımda uygulanan IMF-DB yaptırımlarına, DTÖ normlarının yanı sıra, 3 Ekim 2003’ten itibaren Türkiye’nin AB’ye aday üye olması nedeniyle, AB Ortak Tarım Politikası (OTP) müzakereleri de eklendi.
Şirketlerin tarımda egemen kılınması
Hükümetler şirket yanlısı dış güdümlü politikalarıyla, çiftçilerin tasfiyesinde belli bir aşamaya geldiler. Şimdi sıra, şirketleri tarım ve gıdada tam egemen kılmaya gelmiştir. Bu amaçla çıkarılan kanunlar:
Tarımsal Üretici Birlikleri Yasası:23 Şirketlerin karşısında örgütsüz bırakılan çiftçiler örgütlensin diye yasa çıkarıyoruz yanılsaması yaratmak için çıkarılan Tarımsal Üretici Birlikleri Yasası ile esasında çiftçilerin birlikte davranmaları engellenmektedir. Çünkü bu yasa,
- Birlik üyelerinin kolektif üretim yapmasını engelliyor,
- tüm üyelerin birliklere ortak olmasını, ancak birliklerin üyelerinin ürettiği ürünleri işleyebilecek sanayi tesisleri kurmasını önlüyor,
- birliklerin üreticilerin kullandıkları girdilerin (ilaç, gübre vb.) iç veya dış piyasadan toptan alıp üreticilere dağıtmasını engelliyor,
- üretici-tüketici ilişkisini kurup aracıları ortadan kaldırmayı sağlayamıyor,
-birliklerin çiftçiler adına tek tek olmak kaydıyla sözleşme imzalayabilmesini, ancak tüm üyeleri adına sözleşme imzalamasını yasaklıyor.
-birliklerin gelirlerinden üyelerine pay dağıtılması engelliyor,
-birliklere tarımla ilgili olan ve onaylanmış uluslararası sözleşmeleri aynen kabul etme ve gereğini yapma zorunluluğu getiriyor.
Bu yasanın üreticilerin birliğini tesis etmek üzere değil, dağıtmak maksadıyla çıkarıldığı açıktır.
Hükümetler şirket yanlısı dış güdümlü politikalarıyla, çiftçilerin tasfiyesinde belli bir aşamaya geldiler. Şimdi sıra, şirketleri tarım ve gıdada tam egemen kılmaya gelmiştir. Bu amaçla çıkarılan kanunlar:
Tarımsal Üretici Birlikleri Yasası:23 Şirketlerin karşısında örgütsüz bırakılan çiftçiler örgütlensin diye yasa çıkarıyoruz yanılsaması yaratmak için çıkarılan Tarımsal Üretici Birlikleri Yasası ile esasında çiftçilerin birlikte davranmaları engellenmektedir. Çünkü bu yasa,
- Birlik üyelerinin kolektif üretim yapmasını engelliyor,
- tüm üyelerin birliklere ortak olmasını, ancak birliklerin üyelerinin ürettiği ürünleri işleyebilecek sanayi tesisleri kurmasını önlüyor,
- birliklerin üreticilerin kullandıkları girdilerin (ilaç, gübre vb.) iç veya dış piyasadan toptan alıp üreticilere dağıtmasını engelliyor,
- üretici-tüketici ilişkisini kurup aracıları ortadan kaldırmayı sağlayamıyor,
-birliklerin çiftçiler adına tek tek olmak kaydıyla sözleşme imzalayabilmesini, ancak tüm üyeleri adına sözleşme imzalamasını yasaklıyor.
-birliklerin gelirlerinden üyelerine pay dağıtılması engelliyor,
-birliklere tarımla ilgili olan ve onaylanmış uluslararası sözleşmeleri aynen kabul etme ve gereğini yapma zorunluluğu getiriyor.
Bu yasanın üreticilerin birliğini tesis etmek üzere değil, dağıtmak maksadıyla çıkarıldığı açıktır.
Tarım Ürünleri Lisanslı Depoculuk Yasası:24 Lisanslı
Depoculuk Yasası ABD’den örnek alınmış bir yasadır. Ancak, doğru
kopyalanmamıştır. Türkiye’de çıkarılan yasa ABD’deki uygulanmasından farklıdır:
ABD’deki Lisanslı Depoculuk Kurumu çiftçinin/tarım şirketlerinin sorununu
çözmeye ve çiftçiye kazandırmaya göre oluşturulmuştur, çünkü sıfır faize yakın
kredi destekli, depo kirası yoktur. AKP Hükümeti’nin çıkardığı Lisanslı
Depoculuk Yasası ise çiftçinin sorununu çözmeye değil, şirketlere kazandırmaya
göre oluşturulmuştur. Ürüne karşılık çiftçiye ucuz kredi desteği yok, depo
kirası var. Bu yasa, depolarda ürünlerini bekletme gücüne sahip toprak
ağalarıyla şirketlerin yararına, küçük ve orta ölçekli çiftçilerin zararınadır.
Organik Tarım Yasası:25 Organik tarım sertifikası nasıl
ürünlerin organik olduğuna dair belge ise, Organik Tarım Yasası da tarımın
şirketlere devredilmesinin belgesidir. Şöyle ki; yasa organik tarım
sertifikasını verme yetkisini devlet kuruluşlarına değil, çiftçilere para
karşılığında hizmet verecek olan şirketlere vermiştir.
Tarım Sigortası Yasası:26 Tarım Sigortası Yasası, mevzuatı
çiftçileri değil, sigorta şirketlerini gözetecek, daha da zenginleştirecek
şekilde düzenlemiştir. Yasayla çiftçilerin ödeyeceği sigorta priminin yüzde
50’sinin devlet tarafından karşılanması öngörülmüş, fakat yasa bu öngörüyle
çıktıktan sonra sigorta şirketleri prim oranlarını devletin çiftçilere vereceği
teşvik oranında yükseltmiştir.
Tarım Kanunu:27 Çiftçilere gayri safi millî hasılanın yüzde
1’inin altında destekleme yapılmayacağı kanun maddesi haline getirilmiş, daha
ilk yıldan itibaren, çiftçilere verilen destekler her yıl yüzde 1’in altında
kalmıştır.28
Ziraat Odaları Kanunu:29 Ziraat Odaları’na üyelik
aidatlarını arttırma yetkisi gibi “ufak tefek”, “ağza bir parmak bal çalma”
misali kazanımlar sağlandı. AKP hükümetinin çiftçiler aleyhine, şirketler
lehine çıkardığı yasalara Oda’nın sesiz kalmasını çiftçiler Oda’ya sağlanan
“bir parmak bala” yormaktadır. Ziraat Odaları Kanunu, çiftçiler ile Ziraat
Odası’nın zaten sıcak olmayan ilişkilerinin daha fazla soğumasına neden
olmuştur.
Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu:30 Birinci sınıf
tarım arazisi üzerine izinsiz kurulmuş olan sanayicilere af getirmenin ötesinde
bir işlevi olmamıştır.
Hal Yasası:31 Eski hal yasası da yeni hal yasası da
üretimden pazara kadar uzanan sürece çiftçileri değil, şirketleri egemen
kılıyor. Çiftçilerin bin bir güçlükle yetiştirdiği ürünlere hallerde yok
pahasına el konuyor. Çiftçilerin katma değerden yararlanmaları Hal Yasası’yla
engelleniyor. Düzenlemeler çiftçilerin ürettiği ürünlerin katma değerini
arttırmıyor. Aracılara kazandırıyor.
Yeni yasa ile belediyelere halleri devretme yetkisi de
verildi, belediyeler isterlerse halleri özelleştirilebilecek. Hallerin
özelleştirilmesi halinde, ürünün fiyatını üretici/çiftçi değil, satın alacak
olan halin sahibi şirket belirleyecek. Hem de tek başına! Belediyelerin haftada
bir gün üretici köylülerin ürünlerini getirip satabilecekleri pazar yeri
sağlaması öngörülüyor. Buna da belediyeler zorunlu tutulmuyor.
Bundan sonra, bildik aracılardan çok daha büyük tarım ve gıda şirketleri pazara egemen olacak, pazarlarda köylülere yüzde 20 tezgâh yeri verecek.
Bundan sonra, bildik aracılardan çok daha büyük tarım ve gıda şirketleri pazara egemen olacak, pazarlarda köylülere yüzde 20 tezgâh yeri verecek.
Ulusal Biyogüvenlik Yasası32: Şirketlerin isteğiyle Ulusal
Biyogüvenlik Yasası çıkarıldı. Halbuki, Ulusal Biyogüvenlik Yasası doğa için
Anayasa niteliğindedir. Çıkarılan yasayla hayvan besleme amaçlı GDO’lu yem
ithalatına izin verildi. Hayvan yemi olarak kullanılacak olan taneli yemlerin,
örneğin GDO’lu mısırın çiftçiler tarafından tohum olarak kullanılmasını
engellemek zordur. Hayvanların yeminde kullanılan GDO’lu tohumların hepsini çiğneyemeyeceği
için bir kısmının gübrelerle birlikte toprakla buluşma riski vardır. Ayrıca,
çocuk maması hariç, GDO’lu ürünlerle gıda üretmek serbest bırakıldı.
Büyükşehir-Bütünşehir Yasası:33 Hükümet 13 yeni büyükşehir
kurulmasına ilişkin kanun çıkardı. Kanuna göre, 16 bin 200 köy mahalleye
dönüşürken 1591 belde kapatılıyor. Beldeler sosyal, ekonomik ve kültürel
yapılarıyla aslında köydür. Mahalleye dönüştürülecek köylerle birlikte
düşünüldüğünde, yaklaşık 20 bine yakın köy tasfiye edilecek. Toplam köy sayısı ise
34.500’dür. Bir başka ifadeyle, köylerin yüzde 47’si halka sorulmadan ortadan
kaldırılıyor. Kanunla nüfusun yüzde 75’i (56 milyon kişi) şehirli yapılıyor.
Kanunun gerekçesinde “etkin, etkili, vatandaş odaklı, katılımcı, saydam ve
olabildiğince yerel bir yönetim anlayışı” vurgulanıyor. Gerçekse, AB’nin
“kırsal nüfusu yüzde 8-10 civarına indirin” talebinin yerine getirilmesinin
yanında kırsalın rantçılara açılması ve sermayenin yeni birikim alanı olarak
görülmesidir. Kırsal alanda yapılacak enerji santralleri (HES’ler, termik
santraller, rüzgâr enerjisi santralleri-RES’ler ve güneş enerji
santralleri-GES’ler) için yetkiyi merkezde toplamak ve böylece hukuka çalım
atarak muhalefeti devre dışı bırakmaktır. Türkiye’deki köylerin yarısını
köylükten çıkaracak olan bu yasayla köylülerin, ekonomik, sosyal, siyasal ve en
önemlisi de kültürel hakları ile birlikte üretme hakları ellerinden alınmış
olacak:
- Tarım ve hayvancılıkla uğraşan, suyu bedava kullanan, vergi muafiyetine sahip köyler belediye sınırlarına alındıktan sonra bu haklarını kaybedecek, köylü için hayat daha pahalı hale gelecek. Yeni alanlarda yasalar gereği hayvancılık yapılamayacağından insanların iktisadî faaliyeti kısıtlanacak, kültürel yaşamları erozyona uğrayacak.
- Tarıma ve gıdaya şirketlerin egemen olması için küçük ve orta ölçeğe sahip çiftçilerin ortadan kaldırılması gerekmektedir. AB’nin talebi de tarımda köylü nüfusunun yüzde 10’un altına düşürülmesidir. Üretici köylü olan çiftçileri tasfiye eden bu yasayla küresel tarım ve gıda şirketlerinin taleplerine yanıt verilmiş oluyor.
- Kente dahil edilecek köy arazileri kıymetlenecek, ancak bu ranttan köylü herhangi bir pay alamayacaktır. Üstelik, başka yer gösterilerek veya kamulaştırma yoluyla köylerinden sürülebilecek, yaşam alanı üzerindeki haklarını kaybedebileceklerdir.
- Beldelerde ve köylerde yaşayan halka sormadan bu yönetim birimlerinin tüzel kişiliklerini kaldırmak demokratik değildir. AKP’nin Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Menderes Türel: “Avrupa Konseyi’nde (AK) 1989’da imzaladığımız Yerel Yönetim Özerklik şartnamesi gereğince yapılması gerekenleri daha yeni yapabiliyoruz” diyor. Evet, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na imza atan ilk ülkelerden biri Türkiye’dir. Ancak, bu Şart hizmetin halka en yakın yönetim birimlerince verilmesi ilkesine dayanır. Köyler ve belde belediyeleri halkın yönetime ulaşması ve katılması bakımından en uygun yönetimlerdir. Belde belediyelerinin, dolayısıyla yerel halkın yönetim/yönetme yetkisini ortadan kaldırmak yanlıştır, yapılması gereken buraları idarî ve malî açıdan güçlendirmektir. Ayrıca, yerleşim yeri sınırları içinde yaşayanların ortak sorunlarının nasıl çözüleceğine, o sınırlar içinde yaşayanların karar vermesi en doğru ve demokratik olan yöntemdir.
- Toplumsal açıdan, bu kanun köylü ve özellikle küçük üreticiler için yıkıcı sonuçlar doğuracaktır.
- Siyasî bakımdan ise köylü, işçi, memur ve küçük üretici, küçük esnaf katılımcı demokrasiden tamamen uzaklaştırılacak, küresel ve ulusal büyük sermaye ile rantiyeler güçlendirilecektir.
Özetle, kanun demokratik değil, kâra odaklı bir yönetim modeli, çiftçiliği ortadan kaldıracak, tarım ve gıdaya şirketleri egemen kılacak antidemokratik bir toplum tahayyülüdür.
Havza bazlı model ve desteklemeler: Azaltılan desteklerin büyük çiftçilerle şirket tarımcılığı yapan kapitalistlere aktarılması için 2010’dan itibaren “havza bazlı üretim ve destekleme modeli”ne geçildiği ilan edildi. Bu modelde, iklim, topografya ve toprak verileri dikkate alınarak Türkiye 30 havzaya bölündü, ekolojik olarak benzer bölgelerden oluşan bu havzalarda küçük ve orta çiftçilerin tasfiye edilmesi öngörülüyor.
Türkiye çiftçisinin asıl sorunu, maliyetlerin yüksek olmasına neden olan girdi fiyatlarının yüksekliğiyken bu modelde girdilerin (gübre, tohum, ilaç, su, mazot) sübvanse edileceği söylenmiyor; girdilerdeki vergiler kaldırılmıyor, düşürülmüyor.
- Tarım ve hayvancılıkla uğraşan, suyu bedava kullanan, vergi muafiyetine sahip köyler belediye sınırlarına alındıktan sonra bu haklarını kaybedecek, köylü için hayat daha pahalı hale gelecek. Yeni alanlarda yasalar gereği hayvancılık yapılamayacağından insanların iktisadî faaliyeti kısıtlanacak, kültürel yaşamları erozyona uğrayacak.
- Tarıma ve gıdaya şirketlerin egemen olması için küçük ve orta ölçeğe sahip çiftçilerin ortadan kaldırılması gerekmektedir. AB’nin talebi de tarımda köylü nüfusunun yüzde 10’un altına düşürülmesidir. Üretici köylü olan çiftçileri tasfiye eden bu yasayla küresel tarım ve gıda şirketlerinin taleplerine yanıt verilmiş oluyor.
- Kente dahil edilecek köy arazileri kıymetlenecek, ancak bu ranttan köylü herhangi bir pay alamayacaktır. Üstelik, başka yer gösterilerek veya kamulaştırma yoluyla köylerinden sürülebilecek, yaşam alanı üzerindeki haklarını kaybedebileceklerdir.
- Beldelerde ve köylerde yaşayan halka sormadan bu yönetim birimlerinin tüzel kişiliklerini kaldırmak demokratik değildir. AKP’nin Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Menderes Türel: “Avrupa Konseyi’nde (AK) 1989’da imzaladığımız Yerel Yönetim Özerklik şartnamesi gereğince yapılması gerekenleri daha yeni yapabiliyoruz” diyor. Evet, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na imza atan ilk ülkelerden biri Türkiye’dir. Ancak, bu Şart hizmetin halka en yakın yönetim birimlerince verilmesi ilkesine dayanır. Köyler ve belde belediyeleri halkın yönetime ulaşması ve katılması bakımından en uygun yönetimlerdir. Belde belediyelerinin, dolayısıyla yerel halkın yönetim/yönetme yetkisini ortadan kaldırmak yanlıştır, yapılması gereken buraları idarî ve malî açıdan güçlendirmektir. Ayrıca, yerleşim yeri sınırları içinde yaşayanların ortak sorunlarının nasıl çözüleceğine, o sınırlar içinde yaşayanların karar vermesi en doğru ve demokratik olan yöntemdir.
- Toplumsal açıdan, bu kanun köylü ve özellikle küçük üreticiler için yıkıcı sonuçlar doğuracaktır.
- Siyasî bakımdan ise köylü, işçi, memur ve küçük üretici, küçük esnaf katılımcı demokrasiden tamamen uzaklaştırılacak, küresel ve ulusal büyük sermaye ile rantiyeler güçlendirilecektir.
Özetle, kanun demokratik değil, kâra odaklı bir yönetim modeli, çiftçiliği ortadan kaldıracak, tarım ve gıdaya şirketleri egemen kılacak antidemokratik bir toplum tahayyülüdür.
Havza bazlı model ve desteklemeler: Azaltılan desteklerin büyük çiftçilerle şirket tarımcılığı yapan kapitalistlere aktarılması için 2010’dan itibaren “havza bazlı üretim ve destekleme modeli”ne geçildiği ilan edildi. Bu modelde, iklim, topografya ve toprak verileri dikkate alınarak Türkiye 30 havzaya bölündü, ekolojik olarak benzer bölgelerden oluşan bu havzalarda küçük ve orta çiftçilerin tasfiye edilmesi öngörülüyor.
Türkiye çiftçisinin asıl sorunu, maliyetlerin yüksek olmasına neden olan girdi fiyatlarının yüksekliğiyken bu modelde girdilerin (gübre, tohum, ilaç, su, mazot) sübvanse edileceği söylenmiyor; girdilerdeki vergiler kaldırılmıyor, düşürülmüyor.
Model belli ölçekteki tarlanın ve belli sayıdaki hayvanın
altında tarla ve hayvana sahip olan çiftçilere destek verilmemesini öngörüyor;
yani, desteklerin şirketlere ve büyük toprak sahiplerine aktarılması maksadıyla
hazırlandığı aşikâr.
Yönetmelikler
Kanunların yetişmediği yerlerde yönetmeliklerle şirketlere ön açıcılık yapılıyor. Toprak Mahsulleri Ofisi Hububat Alım Satış Esaslarına İlişkin Uygulama Yönetmeliği bu konuda en çarpıcı örnektir.34 AKP Hükümeti yönetmeliklerle küçük çiftçilerin ürünlerini TMO’ya satmalarına engel oluyor; ürünlerini piyasada satmaya zorluyor. Hububat Alım Satış Alım Esaslarına İlişkin Uygulama Yönetmeliği’ne göre ekmeklik buğday, arpa, çavdar, tritikale, yulaf ve mısır için asgari alım miktarı, 2009’dan başlayıp 2018’e kadar kademelendiriliyor. 2010’da 3 ton, 2011’de 5 ton, 2012’de 10 ton, 2013’te 15 ton, 2014’te 25 ton, 2015’te 40 ton, 2016’da 60 ton, 2017-2018’de 80 tondan az ekmeklik buğday, arpa, çavdar, yulaf ve mısır üreten üretici ürününü TMO’ya satamayacak. Benzer asgarî miktar sınırı makarnalık buğday ve çeltik/pirince de getiriliyor.
Kanunların yetişmediği yerlerde yönetmeliklerle şirketlere ön açıcılık yapılıyor. Toprak Mahsulleri Ofisi Hububat Alım Satış Esaslarına İlişkin Uygulama Yönetmeliği bu konuda en çarpıcı örnektir.34 AKP Hükümeti yönetmeliklerle küçük çiftçilerin ürünlerini TMO’ya satmalarına engel oluyor; ürünlerini piyasada satmaya zorluyor. Hububat Alım Satış Alım Esaslarına İlişkin Uygulama Yönetmeliği’ne göre ekmeklik buğday, arpa, çavdar, tritikale, yulaf ve mısır için asgari alım miktarı, 2009’dan başlayıp 2018’e kadar kademelendiriliyor. 2010’da 3 ton, 2011’de 5 ton, 2012’de 10 ton, 2013’te 15 ton, 2014’te 25 ton, 2015’te 40 ton, 2016’da 60 ton, 2017-2018’de 80 tondan az ekmeklik buğday, arpa, çavdar, yulaf ve mısır üreten üretici ürününü TMO’ya satamayacak. Benzer asgarî miktar sınırı makarnalık buğday ve çeltik/pirince de getiriliyor.
Zeytinciliğin Islahı, Yabanilerin Aşılattırılmasına Dair
Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair: Yönetmelik:35 Zeytin ve zeytinden
elde edilen gıdalar çevreye zararlı hiçbir atık bırakmaz. Zeytinlikler her dem
yeşildir, bu özellikleriyle önemli bir karbondioksit yutak ve oksijen üretim
alanıdır. Barışın ve sağlığın simgesi olan zeytin ağaçları da neoliberal saldırılarla
karşı karşıya. Zeytinlikler, onları ortadan kaldıracak maden aramalarına
açılmak isteniyor. Fakat 3573 sayılı yasa buna engel olduğu için yönetmelik
çıkarılarak arkasından dolanma yoluna gidiliyor. 3573 sayılı yasa şöyle diyor:
“Zeytinlik sahaları içinde ve bu sahalara en az 3 kilometre mesafede zeytinyağı
fabrikası hariç zeytinliklerin vegatatif ve generatif gelişmesine mani olacak
kimyevî atık bırakan, toz ve duman çıkaran tesis yapılamaz ve işletilemez. Bu
alanlarda yapılacak zeytin fabrikaları ile küçük ölçekli tarımsal sanayi
işletmeleri yapımı ve işletmesi Tarım ve Köyişleri Bakanlığının iznine
bağlıdır. Zeytincilik sahaları daraltılamaz.”
Yasanın ruhuna aykırı olarak çıkarılan yönetmelik 25 dekarın
altındaki sahaları zeytinlik olmaktan çıkararak zeytinlikleri kirletici
şirketlerin talanına açıyor. Türkiye’deki zeytinliklerin ortalama büyüklüğü 12
dekardır. Bu yönetmelikle zeytinliklerin yüzde 70’i yok sayılıyor. Başka bir
deyişle, bu alanları enerji, maden, gaz ve petrol şirketleri dileğince talan
edebilecek.
Değiştirilen 23. Madde şöyle: “Zeytinlik sahaları içinde ve
bu sahalara en az üç kilometre mesafede zeytin ağaçlarının bitkisel gelişimini
ve çoğalmalarını engelleyecek kimyevî atık, toz ve duman çıkaran tesis
yapılamaz ve işletilemez. Bu alanlarda yapılacak zeytinyağı fabrikaları ile
küçük ölçekli tarımsal işletmelerin yapımı ve işletilmesi Gıda, Tarım ve
hayvancılık Bakanlığı’nın iznine bağlıdır. Ancak; alternatif alan bulunmaması
ve Çevresel Etki Değerlendirme Raporu’na (ÇED) uygun olması, bitkilerin
vegetatif ve generatif gelişimine zarar vermeyeceği Bakanlık araştırma
enstitüleri veya üniversiteler tarafından belirlenmesi durumunda,
a) Jeotermal kaynaklı teknolojik sera yatırımları, b)
Bakanlıklarca kamu kararı alınmış plan ve yatırımlar, c) Yenilenebilir enerji
kaynaklarına dayalı elektrik üretim tesisleri, d) İlgili Bakanlıkça kamu kararı
alınmış madencilik faaliyetleri petrol ve doğal gaz arama ve işletme
faaliyetleri, e) Savunmaya yönelik stratejik ihtiyaçlar için yukarıda belirtilen
faaliyetlerde bulunmak isteyenler, ilgili bakanlıkların onaylı belgeleriyle
mahallin en büyük mülkî amirine başvurur…”
Yasayı değiştir(e)meyenler yönetmelikle hukukun arkasından dolanıyor. Zeytinlikler kirlilik yaratacak maden, kirli enerji ve gaz aramaları yapan şirketlerin kâr hırsına feda ediliyor.
Yasayı değiştir(e)meyenler yönetmelikle hukukun arkasından dolanıyor. Zeytinlikler kirlilik yaratacak maden, kirli enerji ve gaz aramaları yapan şirketlerin kâr hırsına feda ediliyor.
Kanun Hükmünde Kararnameler
Yasalar ve yönetmeliklerden sonra, köylülerin tepkisine neden olabilecek konular şirketler lehine çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) TBMM ve kamuoyunda tartıştırılmadan bir tür “kaçak” yolla uygulamaya kondu.
Yasalar ve yönetmeliklerden sonra, köylülerin tepkisine neden olabilecek konular şirketler lehine çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) TBMM ve kamuoyunda tartıştırılmadan bir tür “kaçak” yolla uygulamaya kondu.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığının,36 Orman ve Su İşleri
Bakanlığının37 ve Tarım ve Gıda Hayvancılık Bakanlığının38 yetkileri KHK ile
yeniden belirlendi ve tüm canlılara ait olan doğal alanların her türlü kullanım
hakkı sermayeye devredildi.
Meslek odaları ve sivil toplum örgütlerinin hukukî
mücadeleyle büyük başarılar elde ettikleri kültür ve tabiat varlıklarının
korunmasına yönelik konular, KHK’lerle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın
görevleri yetki alanında sayıldı. Böylece, kamuoyunda büyük tartışma yaratan
konularla ilgili işlemlerin kapalı kapılar ardında yürütülmesine olanak
tanındı.39
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı isminden “Köyişleri” çıkarıldı, yerine “Gıda ve Hayvancılık” kondu.40
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı isminden “Köyişleri” çıkarıldı, yerine “Gıda ve Hayvancılık” kondu.40
Bitkisel üretim ile hayvan yetiştiriciliğinin bir arada
yapıldığı işin adı olan tarımdan hayvancılık kelimesinin ayıklanarak bakanlık
adına eklenmesi tarımın şirketleştirilmesinin alenîleştirilmesinden başka bir
anlam taşımıyor. Bitkisel üretim ile hayvan yetiştiriciliğinin bir arada yapılabilmesi,
çıktılarının birbirine kullanılabilmesini sağladığından çiftçileri üretim
girdilerinde şirketlere bağımlıktan kurtarıyordu. Bitkisel üretim ile
hayvancılığın birbirinden ayrılması şirketleri temin edici olarak devreye
soktu. Çiftçi ile doğa birlikte, şirketler tarafından acımasız bir sömürüye
tâbi tutuldu. Gıdanın besin değeri düştü, ayrıca sağlıksız üretim girdileriyle
elde edilen gıdalar sağlıksız olduğundan insan sağlığı risk altına girdi.
Bir başka olumsuzluk da şudur: Mevcut bakanlığın görev ve
yetki alanında olan, fakat yıllardan bu yana zaten fiilî olarak yapılmayan
-daha doğrusu IMF ve DB tarafından yaptırılmayan- tarımsal yayım, eğiticilik,
öğreticilik ve öncülük ile üretim ve denetim gibi alanlar bu yasayla
özelleştirilebilecek. Bakanlık sadece gıda konusunda şirketlerin ithalat ve
ihracat işlerini yürütmede/denetlemede ve kolaylaştırmada görevlendirilmiş
oldu. Bunlara karşı mücadele edenler ise medya kullanılarak suçlu gösterilme,
tutuklama, asker ve polisle baskı ve şiddet uygulama yoluyla yıldırılmaya
çalışılmaktadır.
KHK’ler ile tarım arazileri ve hayvan yetiştiricileri için
bedava yem ve sağlıklı hayvansal ürün elde etme kaynağı meralar sermayenin
talanına açıldı. Bu konuda Ziraat Mühendisleri Odası’nın eleştirel katkısı
şöyle:“17.8.2011 tarih ve 648 sayılı KHK ile ‘Köy yerleşik alan sınırı
içerisinde Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu hükümleri uygulanmaz’ hükmü
getirildi. Köylerde yapılacak yapılarla ilgili olarak daha önce sadece köy
nüfusuna kayıtlı ve köyde sürekli oturanlar için sağlanan istisnaların herkese
tanınması, tarım arazilerinin hızlı bir şekilde tahribine yol açacak
uygulamaların başlangıcını oluşturacaktır. Özellikle kıyı şeridindeki köy
yerleşim alanları ve çevreleri tarım arazilerinin özellikleri dikkate alınmaksızın
tümüyle ranta açılacak; nitelikli tarım arazilerinin üzerine serbestçe lüks
konutlar ve turistik tesisler yapılacak, mera, yaylak ve kışlaklar hayvancılık
amacı dışında kiralanıp yapılaşmaya açılacak ve beton yığınlarına dönüşecektir.
Bedava yem kaynağı meralarını amacı dışında kullanarak beton yığınına çeviren
Türkiye ucuz et için yurtdışından canlı hayvan ve et ithalatına devam
edecek.”41
Ayrıca şirketlerin lehine, çiftçi, tüketici ve ekoloji
aleyhine olan Çay-Kanunu, Köy Kanunu, Bitki Koruma ve Biyoçeşitlilik Yasası
Tasarıları da hazırlanmış durumda.
Sermaye birikimi yoluyla doğanın tahribi: Köylülüğün tahribinin ardından, sıra akarsuları ve çevresindeki toprakları şirketlere verecek çalışmalarla doğanın tahribine geldi. Acil Kamulaştırma Yasası ile köylülerin ortak malları şirketlerin yağmasına açıldı.
Sermaye birikimi yoluyla doğanın tahribi: Köylülüğün tahribinin ardından, sıra akarsuları ve çevresindeki toprakları şirketlere verecek çalışmalarla doğanın tahribine geldi. Acil Kamulaştırma Yasası ile köylülerin ortak malları şirketlerin yağmasına açıldı.
Türkiye’de yapımı tamamlanmış 172 adet hidroelektrik santral
(HES) var. 148 HES’in inşaatı devam ederken, 2380 HES proje aşamasında.
Bunların dışında 4000’in üzerinde mikro HES yapılacak ve mikro HES’erle bu sayı
6000’leri aşacak. Bu rakamlar büyük bir felaketin habercisi.
Ülkenin enerjiye ihtiyacı olduğu gerekçesiyle bu santraller
kuruluyor. Bu gerekçe gerçek değil, çünkü kurulacak 2700’ün üzerindeki HES
Türkiye elektriğinin ancak yüzde 2,5’ini karşılayabilecek. Esas itibarıyla, bu
projelerle şirketler suya sahip olacak, çiftçilere ve herkese suyu satacaklar.
Eğer isterlerse, çevredeki toprakları devlet şirketler için istimlak edecek!
Enerji elde etmek için su borular ve tünellerin içerisine
alınınca su ile börtü böcek ve yaban hayatın ilişkisi kesilecek. Suya
erişemeyen yaban hayat göç edeceğinden tarımın yaban hayatla bağı koparılacak.
Ovada yılda iki ürün alan çiftçi, su boruya hapsedilince iki yılda bir ürün
alacak. Düşen yağmur miktarı ve verimlilik azalacak. Ekolojik denge bozulacak.
Doğa ve köylüler yoksullaşacak!
Büyük tarım, gıda ve ecza şirketleri ekonomi üzerinde olduğu
kadar politikayı kontrol edebilecek güçte. Sahip oldukları güçle tarıma ve
doğal varlıklara saldırıyorlar. Bu, köylülere ve doğaya karşı başlatılmış
savaştan başka bir şey değil. Soygun ve talanı sadece endüstriyel tarım
şirketleri yürütmüyor. Maden şirketleri, büyük barajlar, dağıtım piyasalarını
kontrol edenler, kirletici sanayiciler, toprağı ve suyu üzerine geçirmeye çalışan
toprak gaspçısı ve su korsanı şirketler de yapıyor. Şirketler, soygun ve
talanlarını ancak hükümetlerin ön açıcılığıyla gerçekleştirebilirlerdi.
Hükümetler bu konuda acil kamulaştırmalarla, kanuni düzenlemelerle yasal
kılıflar hazırladılar. “Acele kamulaştırma” adı altında, şahıs arazilerine ve
taşınmazlara şirketler el koymaya başladı. Böylece şirketler, HES, termik
santral, nükleer santral yapmayı, maden çıkarma ve işleme tesisi kurmayı ve
enerji nakil hatlarını geçirmeyi sağlayabildiler. Kamulaştırma Kanunu’nda
istisnai olarak yer alan acele kamulaştırma yöntemiyle EPDK42 şahıslara ait
yaşam ve geçim alanlarına el koydu.
Sonuçta, tarım, gıda, enerji ve ecza şirketlerinin çiftçiyi
sömüren, ekolojiyi altüst eden, yaşamı riske sokan doğa ve yaşam alanlarına
saldırısı tepki doğurdu. Kırsal alanda sermaye ile yoksul köylü karşı karşıya
geldi / getirildi; sınıf mücadelesi ekolojik mücadele alanına sıçradı.
Köylülerle birlikte hukukçular, bilim insanları, çevreci, ekolojist gruplar
yaşamı savunmak için şirketler ve hükümete karşı mücadele için bir araya
geldiler. Böylece, köylülerin, sermaye ve hükümet birlikteliğine karşı amansız
mücadelesi biraz daha ivme kazanmaya başladı. Türkiye kırsalı saygıdeğer yeni
bir mücadeleye tanık oluyor.
Dipnotlar
1 Bkz. Resmi Gazete, 8 Kasım 2006, sayı 26340.
2 Resmi Gazete, 13 Temmuz 1985, sayı 18810..
3 Resmî Gazete, 13 Haziran 1986, sayı 19133, (Mali Sektör İntibak Kredisi); 1 Temmuz 1987, sayı 19504 (Enerji Sektörü Uyum İkrazı).
4 Bkz. Resmi Gazete, 5 Ağustos 1984, sayı 18480 ve 9 Eylül 1992, sayı 21340.
5 Bkz. Resmi Gazete, 20 Ekim 1983, sayı 18197 ve 2 Ağustos 1989,sayı 20240
6 Bkz. Resmi Gazete, 25 Mayıs 1986, sayı 19117,Sulama ve Tarla içi Geliştirme Projesi; 27 Şubat 1998, sayı 23271 Sulama Yönetimi ve Yatırımlarında Katılımcı Özelleştirme Projesi.
7 Bkz. Resmi Gazete, 14 Haziran 2000, sayı 24079.
8 Bkz. Resmî Gazete,13 Temmuz 2001, sayı 24461.
9 Halkın tamamına yakınının çıkarına gibi görünen bu zincirin eksiklik barındırdığı zaman zaman toplumsal muhalefet güçleri tarafından dile getirildi. Aslında doğru olan, bu zincirin kamu-çiftçi örgütlülüğü (üretimden pazarlamaya kadar zincire egemenliğiyle)-tüketiciler şeklinde olmasıydı. Türkiye’de bu doğru zincirin oluşması için kamu cephesinden hiçbir çaba olmadı, ama engel hep vardı.
10 Abdullah Aysu, Tarladan Sofraya Tarım, Su Yayınları, İstanbul, 2002, s. 149-152-153.
11 Pankobirlik Dergisi; sayı:101, yıl 2011, s.42
12 “İşte Tatlandırıcı Gerçeği” broşürü; Şeker-İş Sendikası yayını.
13 Abdullah Aysu “Tarladan Sofraya Tarım” Su Yayınları, İstanbul, s.212-213, İstanbul
14 Abdullah Aysu “Tarladan Sofraya Tarım” Su Yayınları, İstanbul, s.211, İstanbul
15 Mustafa Seydioğulları; Sunum: “Tütün Piyasaları ve Talep Politikaları”, ekim 2012, Çeşme-İzmir. Kaynak: TEKEL ve TAPDK kayıtları.
16 Mustafa Seydioğulları; Sunum: “Tütün Piyasaları ve Talep Politikaları”, 17 Kaynak: Tütün Üreticileri Sendikası (Tütün-SEN) verileri-2012
18 Resmi Gazete, 16 Haziran 2000, sayı 24081
19 Sadullah Usumi; “75 Yılda Köylerden Şehirlere” 75 Yılda Hayvancılık: Gelişmeden Çöküşe s.42 Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, Şubat 199, İstanbul
20 Doç.Dr. Ertuğrul AKSOY; “Müjde Şimdi de Ot ve Saman İthal Edeceğiz”, Tarım ve Mühendislik Dergisi, s.21, sayı:99-100/2012
21 Sadullah Usumi; age, s.42
22 Bkz. Resmi Gazete, 8 Kasım 2006, sayı 26340.
23 Bkz. Resmi Gazete, 6 Temmuz 2004, sayı 25514.
24 Bkz. Resmi Gazete, 17 Şubat 2005, sayı 25730.
25 Bkz. Resmi Gazete, 13 Aralık 2004, sayı 25659.
26 Bkz. Resmi Gazete, 21 Haziran 2005, sayı 25852.
27 25.4.2006 tarih ve 26149 sayılı Resmi Gazete
28 Kaynak: TKB ve BÜMKO
29 R.Gazete : Tarih : 23/5/1957, Sayı : 9614
30 Resmi Gazete, 21 Temmuz 2005, sayı 25880.
31 26 .3.2010 tarih ve 27533 sayılı Resmi Gazete
32 26.3.2010 tarih ve 27533 sayılı Resmi Gazete
33 6 Aralık 2012 tarih, 6360 Sayılı Kanun, 11.12.2012 tarih 28489 Sayılı Resmi Gazete
34 Hububat Alım ve Satış Esaslarına İlişkin Uygulama Yönetmeliği. Kabul Tarihi: TMO Genel Müdürlüğü, 24.1.2008 ve 2/16–6 sayılı Yönetim Kurulu Kararı, Yürürlük Tarihi: 1.6.2009. Erişim Tarihi: 14.02.2010 http://www.tmo.gov.tr/tr/images/stories/dokuman/hububatalimesas.pdf
35 3 Nisan 2012 gün ve 28253 sayılı Resmi Gazete
36 Resmi Gazete: 17 Ağustos 2011 tarih 28028 sayı
37 Resmi Gazete:4 Temmuz 2011 tarih 27984 Sayı (mükerrer)
38 Resmi Gazete: 27 Ağustos 2011 tarih, 28038 sayılı
30 AKP’nin “Hülle” KHK’si, Meralar ve Tarım Arazilerini Yok Edecek! Tarım ve Mühendislik Dergisi,Sayı 96/2011, TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Yayın Organı
40 3.6.2011 tarih ve 639 sayılı KHK’ile Tarım Gıda ve Hayvancılık Bakanlığı kuruldu.
41 AKP’nin “Hülle” KHK’si, Meralar ve Tarım Arazilerini Yok Edecek! Tarım ve Mühendislik Dergisi,Sayı 96/2011, TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Yayın Organı
42 14.9.2004’te, “… elektrik, doğalgaz ve petrol piyasalarının faaliyetlerinin gerektirdiği ve Enerji Piyasası Düzenleme Kurulunca yapılacak kamulaştırma işlemlerinde 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 27. Maddesinin uygulanacağı” yönünde tanınan yetki ile el koymaktadır.
2 Resmi Gazete, 13 Temmuz 1985, sayı 18810..
3 Resmî Gazete, 13 Haziran 1986, sayı 19133, (Mali Sektör İntibak Kredisi); 1 Temmuz 1987, sayı 19504 (Enerji Sektörü Uyum İkrazı).
4 Bkz. Resmi Gazete, 5 Ağustos 1984, sayı 18480 ve 9 Eylül 1992, sayı 21340.
5 Bkz. Resmi Gazete, 20 Ekim 1983, sayı 18197 ve 2 Ağustos 1989,sayı 20240
6 Bkz. Resmi Gazete, 25 Mayıs 1986, sayı 19117,Sulama ve Tarla içi Geliştirme Projesi; 27 Şubat 1998, sayı 23271 Sulama Yönetimi ve Yatırımlarında Katılımcı Özelleştirme Projesi.
7 Bkz. Resmi Gazete, 14 Haziran 2000, sayı 24079.
8 Bkz. Resmî Gazete,13 Temmuz 2001, sayı 24461.
9 Halkın tamamına yakınının çıkarına gibi görünen bu zincirin eksiklik barındırdığı zaman zaman toplumsal muhalefet güçleri tarafından dile getirildi. Aslında doğru olan, bu zincirin kamu-çiftçi örgütlülüğü (üretimden pazarlamaya kadar zincire egemenliğiyle)-tüketiciler şeklinde olmasıydı. Türkiye’de bu doğru zincirin oluşması için kamu cephesinden hiçbir çaba olmadı, ama engel hep vardı.
10 Abdullah Aysu, Tarladan Sofraya Tarım, Su Yayınları, İstanbul, 2002, s. 149-152-153.
11 Pankobirlik Dergisi; sayı:101, yıl 2011, s.42
12 “İşte Tatlandırıcı Gerçeği” broşürü; Şeker-İş Sendikası yayını.
13 Abdullah Aysu “Tarladan Sofraya Tarım” Su Yayınları, İstanbul, s.212-213, İstanbul
14 Abdullah Aysu “Tarladan Sofraya Tarım” Su Yayınları, İstanbul, s.211, İstanbul
15 Mustafa Seydioğulları; Sunum: “Tütün Piyasaları ve Talep Politikaları”, ekim 2012, Çeşme-İzmir. Kaynak: TEKEL ve TAPDK kayıtları.
16 Mustafa Seydioğulları; Sunum: “Tütün Piyasaları ve Talep Politikaları”, 17 Kaynak: Tütün Üreticileri Sendikası (Tütün-SEN) verileri-2012
18 Resmi Gazete, 16 Haziran 2000, sayı 24081
19 Sadullah Usumi; “75 Yılda Köylerden Şehirlere” 75 Yılda Hayvancılık: Gelişmeden Çöküşe s.42 Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, Şubat 199, İstanbul
20 Doç.Dr. Ertuğrul AKSOY; “Müjde Şimdi de Ot ve Saman İthal Edeceğiz”, Tarım ve Mühendislik Dergisi, s.21, sayı:99-100/2012
21 Sadullah Usumi; age, s.42
22 Bkz. Resmi Gazete, 8 Kasım 2006, sayı 26340.
23 Bkz. Resmi Gazete, 6 Temmuz 2004, sayı 25514.
24 Bkz. Resmi Gazete, 17 Şubat 2005, sayı 25730.
25 Bkz. Resmi Gazete, 13 Aralık 2004, sayı 25659.
26 Bkz. Resmi Gazete, 21 Haziran 2005, sayı 25852.
27 25.4.2006 tarih ve 26149 sayılı Resmi Gazete
28 Kaynak: TKB ve BÜMKO
29 R.Gazete : Tarih : 23/5/1957, Sayı : 9614
30 Resmi Gazete, 21 Temmuz 2005, sayı 25880.
31 26 .3.2010 tarih ve 27533 sayılı Resmi Gazete
32 26.3.2010 tarih ve 27533 sayılı Resmi Gazete
33 6 Aralık 2012 tarih, 6360 Sayılı Kanun, 11.12.2012 tarih 28489 Sayılı Resmi Gazete
34 Hububat Alım ve Satış Esaslarına İlişkin Uygulama Yönetmeliği. Kabul Tarihi: TMO Genel Müdürlüğü, 24.1.2008 ve 2/16–6 sayılı Yönetim Kurulu Kararı, Yürürlük Tarihi: 1.6.2009. Erişim Tarihi: 14.02.2010 http://www.tmo.gov.tr/tr/images/stories/dokuman/hububatalimesas.pdf
35 3 Nisan 2012 gün ve 28253 sayılı Resmi Gazete
36 Resmi Gazete: 17 Ağustos 2011 tarih 28028 sayı
37 Resmi Gazete:4 Temmuz 2011 tarih 27984 Sayı (mükerrer)
38 Resmi Gazete: 27 Ağustos 2011 tarih, 28038 sayılı
30 AKP’nin “Hülle” KHK’si, Meralar ve Tarım Arazilerini Yok Edecek! Tarım ve Mühendislik Dergisi,Sayı 96/2011, TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Yayın Organı
40 3.6.2011 tarih ve 639 sayılı KHK’ile Tarım Gıda ve Hayvancılık Bakanlığı kuruldu.
41 AKP’nin “Hülle” KHK’si, Meralar ve Tarım Arazilerini Yok Edecek! Tarım ve Mühendislik Dergisi,Sayı 96/2011, TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Yayın Organı
42 14.9.2004’te, “… elektrik, doğalgaz ve petrol piyasalarının faaliyetlerinin gerektirdiği ve Enerji Piyasası Düzenleme Kurulunca yapılacak kamulaştırma işlemlerinde 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 27. Maddesinin uygulanacağı” yönünde tanınan yetki ile el koymaktadır.
-----------------------------------------------------------------
Abdullah Aysu
1954 Ankara doğumlu. Ankara’da çiftçilik yapan bir ailenin
sekiz çocuğundan biridir. Beş yılı zirai öğrenim, yedi yılı tarım bakanlığı
bünyesinde olmak üzere, 39 yıldır tarımla uğraşıyor. “Tarladan sofraya tarım”,
“Avrupa Birliği ve tarım”, “Küreselleşme ve tarım”, “Türkiye’de tarım
politikaları” ve “Brezilya topraksız kır işçileri” adlı kitapların yazarıdır.
Dokuz yıl Türkiye Tarımcılar Vakfı Genel Başkanlığı görevinde bulundu, halen
Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu Genel Başkanlığı ve Avrupa Via Campesina
(Avrupa Çiftçi Yolu) hareketinin Türkiye temsilciliğini yürütmektedir.