STD Sürdürülebilir Ekolojik Tarım ve Çevre Forumu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
STD Sürdürülebilir Ekolojik Tarım ve Çevre Forumu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Aralık 2017 Perşembe

TARIM DÜNYASI'NDAN & TARIMDA 2017'DE NE OLDU?.. Ali Ekber YILDIRIM

TARIM DÜNYASI'NDAN & TARIMDA 2017'DE NE OLDU?..
Ali Ekber YILDIRIM,  aey@dunya.com - 28 Aralık 2017
Bir yılın daha sonuna geldik. Savaşlar, terör olayları, gerginlikler, kutuplaşma, iklim değişikliği, hızla artan otoriterleşme dünyayı her geçen gün yaşanmaz hale getiriyor.
Bu yılın son yazısında 2017'ye damgasını vuran gelişmeleri özetliyoruz:
1- Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, 2017 yılının ilk 9 aylık döneminde Türkiye ekonomisi yüzde 7.4 büyürken, aynı dönemde tarım yüzde 3.3 büyüdü. Yılın üçüncü çeyreğinde fark çok daha büyük. Üçüncü çeyrekte ekonomideki büyüme yüzde 11.1 ile rekor kırarken, tarımdaki büyüme sadece yüzde 2.8 oldu.
2- Tarımsal destekleme bütçesi 2017 yılı için 12.8 milyar lira olarak belirlendi. Son 7 yılda olduğu gibi 2017'de de tarım desteklerini ilk olarak DÜNYA gazetesinde yayımladık. 5 Haziran 2017'de açıkladığımız destekler, 18 Ağustos 2017 tarihli Resmi Gazete'de aynen yayınlanarak yürürlüğe girdi. Destekler ilk kez bu kadar geç açıklanmış oldu.
3- Milli Tarım Politikası 1 Ocak 2017 itibariyle uygulamaya konuldu. Bitkisel üretimde havza bazlı destekleme modeli ile 941 havzada belirlenen 21 ürün desteklendi. Destek ödemeleri iki taksitte ödendi. Hayvancılıkta ise "yetiştirici bölgesi" besi bölgesi" ile "süt ve sanayi bölgesi" oluşturularak destekler farklılaştırıldı.
İthalatın altın yılı
4- Tarımda ithalatın "altın yılı" olarak tarihe geçecek olan 2017'de gıda fiyatlarının düşürülmesi ve enflasyonla mücadele programı çerçevesinde hububat, bakliyat, yem hammaddeleri, canlı hayvan ve kırmızı ette gümrük vergileri düşürüldü veya sıfırlandı.
5- Canlı hayvan ve kırmızı ette Et ve Süt Kurumu'na, hububat ürünlerinde Toprak Mahsulleri Ofisi'ne sıfır gümrükle ithalat yetkisi verildi.
6- Hububatta hasat başlarken, 27 Haziran 2017 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan Bakanlar Kurulu Kararı ile yüzde 130 olan gümrük vergisi buğday ithalatında yüzde 45'e, arpada yüzde 35'e, mısırda ise yüzde 25'e düşürüldü. Aynı gün canlı büyükbaş hayvan ithalatında gümrük vergisi yüzde 135'ten yüzde 26'ya düşürüldü. Karkas ette ise yüzde 100 ile yüzde 225 arasında değişen gümrük vergisi oranı yüzde 40'a düşürüldü. Besilik hayvan ithalatında daha önce gümrük vergisi yüzde 60'tan 10'a indirildi.
7- Bakanlar Kurulu'nun 22 Kasım 2017 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan kararlarıyla yağlı tohumlar, tıpta kullanılan bitkiler, saman ve kaba yemi de kapsayan ürünlerle hayvan yemlerinde gümrük vergisi oranları yeniden belirlendi. Kaba yem ve kepek türlerinde gümrük vergisi sıfırlanırken, bazı ürünlerde yüzde 10, bazılarında ise yüzde 20'ye indirildi.
8- Resmi Gazete'nin 2 Aralık 2017 tarihli sayısında yayınlanan Bakanlar Kurulu Kararı ile nohut, kuru fasulye, barbunya ve börülce türlerinin ithalatında da gümrük vergisi sıfırlandı. Uygulama 1 Haziran 2018'e kadar sürecek.
Bakan değişince politika da değişiyor
9- Bakanlar Kurulu'nda yapılan değişiklik kapsamında temmuz ayında Gıda,Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik görevi Ahmet Eşref Fakıbaba'ya devretti. Her bakan değişikliğinde olduğu gibi, üst düzey bürokratlar ve tarım politikasında değişiklikler oldu.
Fakıbaba hem kadroyu hem de politikayı değiştirerek, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "halk ucuz et yesin" talimatı doğrultusunda kırmızı ete odaklandı. Et ithalatının 3 yıl daha devam edeceğini açıkladı. Canlı hayvan ve kırmızı et ithalatı daha da artırıldı. İki market zincirinde "ucuz et" satışına başlandı.
10- Tarım sektöründe verilen kredilerin yüzde 60'ını tek başına karşılayan, tarım desteklerinin çiftçiye ulaşmasında ve daha pek çok tarımsal hizmeti olan Ziraat Bankası Varlık Fonu’na devredildi.
11- Geçen yıl olduğu gibi 2017'de de Rusya ile domates krizinin yankıları devam etti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in hemen her görüşmesinde domates konusu gündeme geldi. Rusya'nın Türkiye'ye uyguladığı ambargoya karşı, Türkiye'de Rusya'dan aldığı 6 tarım ürününü Dahilde İşleme Rejimi kapsamı dışına çıkararak ithalatı fiilen durdurdu. Domatese karşı buğday kozunu kullanan Türkiye, 45 gün sonra bu engellemeden vazgeçti. Rusya'nın domates ithalatına yasağı ise yılın son dönemine kadar devam etti. Rusya, ekim ayında 3 firmaya 50 bin ton domates ithalatı için izin vermesi ile kriz aşıldı.
Piyasalara müdahale edildi
12- Toprak Mahsulleri Ofisi 8 yıl aradan sonra fındık piyasasına müdahale etti. Bakanlar Kurulu tarafından ilk kez 2006-2007 sezonunda fındık almakla görevlendirilen Ofis, üç sezon üst üste fındık aldıktan sonra piyasadan çekildi. Bu sezon fındık fiyatının düşmesi ile tekrar fındık almakla görevlendirildi. Ayrıca, TMO, ilk kez Ege Bölgesi'nde kuru üzüm alımı ile görevlendirildi. Et ve Süt Kurumu'nun kırmızı et ve süt piyasasına müdahalesi sürdü.
13- Türkiye’de genetiği değiştirilmiş organizmaların (GDO) üretimi ve gıdada kullanımı yasak olmasına rağmen Adana'da üretilen ekmekte GDO tespit edildi.
14- Türkiye 5 yıl aradan sonra 2017'de tekrar saman ithal etti.
15- Cumhuriyet Halk Partisi, ülkenin değişik bölgelerinde tarım toplantıları yaparak ürün bazında çiftçilerin sorunlarını gündeme taşıdı. Ordu'dan Giresun'a kadar yapılan fındık yürüyüşü ise büyük yankı uyandırdı.
16-Malatya kayısısı Avrupa Birliği'nden coğrafi tescil aldı.
17- Gıda,Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı 2018-2022 Stratejik Planı'nı yayınladı.
18- Zeytin sahalarını madencilik yatırımları ve imara açacak olan yasa tasarısı 7. kez Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde reddedildi.
19- Dünyanın en büyük zeytinyağı müzesi, "Köstem Zeytinyağı Müzesi" İzmir Urla'da açıldı.
20- Antalya'da yaşanan hortum, milyonlarca lira zarara neden oldu.
21- Dünyanın en büyük traktör üreticilerinden Mahindra yüzde 100 yerli olan Erkunt Traktör'ü satın aldı.
22- Çin'in kimya devi ChemChina dünya tohum devlerinden İsviçre merkezli Syngenta'yı satın aldı.
23- Şeker Kurumu ile Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu kapatılarak Tarım bakanlığına devredildi.
24- Yol hikayeleri ile Anadolu’nun sesi olan Tayfun Talipoğlu yaşama veda etti.
Sağlık, mutluluk ve barış dileklerimizle yeni yılınızı kutlarız.

3 Ağustos 2016 Çarşamba

Hümik Asitlerin Türkiye'de Gelişimi "TURKCHM DERGİ" & STD - GENEL MERKEZ

Hümik Asitlerin
Türkiye'de Gelişimi
"TURKCHM DERGİ"
Hümik asitlerle ilgili ilk araştırmalar 19. yüzyılda başlamasına karşın ülkemizde 1977’li yıllarda başlamıştır (1). Türkiye’deki linyitlerin hümik asit içerikleri de (2) incelenmiştir. Değişik bölgelerdeki linyitlerin hümik asit içeriği % 0-48 arasında değişmektedir. En eski Zonguldak yatağı değeri (taş kömürü) 0 olarak bulunmuştur. Genç kömürlerde ise hümik asit miktarları yaşa bağlı olarak değişmektedir. 1980 tarihinden itibaren ülkenin hümik asit ihtiyacı ithalat yoluyla karşılanmıştır. %12-15 hümik asitle suyu uçurularak üretilen katı Potasyum humat ve leonardit olarak üç şekilde ithal edilmekteydi. 1996 yılında Delta Tarım Kimyasalları Sanayi ve Ticaret A.Ş. olarak araştırmaya başlandı.1997 yılında ilk sıvı %12‘lik hümik asit piyasaya sürüldü. Bu tarihlerde hümik asitler ilaç sınıfına sokulmuş ve Tarım Bakanlığı izni ile üretilmekteydi. Hümik asitler için değişik rivayetler söyleniyordu. Hormon olduğunu söyleyen de vardı, köklendirici, bitki besleyici özellikleri de ispatlanmıştı. Ayrıca toprak düzenleyici olarak da bilinmekteydi. 2000’li yıllarda ilaç sınıfından çıkarılarak gübre yardımcısı sınıfına dahil edildi. Aynı yıllarda yönetmelik değişikliğine gidildi. Leonardit lignin ve selüloz esaslı bitkilerin havasız ortamda basınç, sıcaklık etkisiyle bozunması sonucu ortaya çıkan hümik asitçe zengin genç linyite verilen isimdir. Genellikle 1-2 milyon yaşlarındaki leonardit hümik asit kaynağı olarak kullanılmaktadır. Başka kaynak yoktur.

Her ne kadar zeytinyağı atığı (3) pirina da fulvik asit olduğu iddia edilse de ispat edilememiştir. Ayrıca, 2003 yılında TS 5869 ISO 5073’te kömürde ve linyitte hümik asitlerin tayini yöntemi değiştirilerek aynı numara ile titrasyon yöntemine geçilmiştir. Bu iki TS’de linyitte uygulanmak için geliştirilmiştir. Bu da büyük bir kaosa neden olmuştur. Yeni yöntem organik moleküllerde –COOH karboksil grubunun analizine uygulanan bir yöntemdir. Hümik asitlerde –COOH grubu bulunmaktadır. Fakat diğer birçok ticari maddelerde de bu grup bulunmaktadır. Nitekim, protein ağırlık şlempe, lignin sülfonatlar, karboksil metil selüloz da bu yöntem uygulandığında hümik asit gibi tepkime verirler. Sonuç alarak bazı firmalar şlempeyi bitkisel kökenli %30’a varan derişimde hümik asitleri piyasaya sürmektedirler.
Keza, KOH ile işleme sokulan ligno sülfonatlar da benzer isimler altında pazarlanmaktadır. Kullanıcılar, sonuç alamadığı içinde piyasadaki hümik asitlerin güvenilirliği kalmamıştır.

Ayrıca, ülkemizdeki leonardit yataklarından üretilen hümik asitler %9-10 derişimde elde edilebilmektedir. Yönetmelikte ise (4) en az %12 olması istenmektedir. Birçok firma bu eksikliği şlempe ve ligno sülfonatla karşılamaktadır. Bu da ayrı bir olumsuz örnektir. Sonuç olarak, güvenilir bir analiz yöntemi uygulamak zorunludur. Ayrıca fulvik asit içinde bir yöntem geliştirilmelidir.

Analiz Yöntemleri:
Analitik kimyanın genel kurallarından bir tanesi, ppm (milyonda bir) seviyesinde ölçümlerde aletsel analiz yöntemleri uygulanır. Spektrometre ile elektrokimyasal yöntemler gibi. Numune miktarında limitler yoksa ve analiz edilecek miktarda %1 ve daha fazla ise Gravimetrik, Volumetrik gibi yöntemler kullanılır.

Linyit kahverengi turba vs. üretilen hümik asitlerin miktarında limit söz konusu olmadığına göre Gravimetrik yöntem veya volumetrik yöntemler kullanılabilir. Nitekim 2003 tarihli TS 5869 volumetrik yöntem uygulama esasına göre geliştirilmiştir. Fakat diğer girişim yapan maddeler göz önüne alınmamıştır. Girişim yapan diğer –COOH içeren gruplar için maskeleme yöntemi uygulanmalıydı. TS 5869 2003 yılından önce uygulanan yöntemde ise Gravimetrik uygulanmaktaydı ve yöntemde diğer maddelerin girişim yapması söz konusu olmamaktadır.

Hümik asitlerin analiz yöntemlerinin karşılaştırılması (5) yapılmıştır. BaCl2 (Baryum Klorür) ve HCI (Hidroklorik asit) metodu olarak tanımladıkları yöntemin etiket değerleri ile yüksek uyum gösterimi bulmuşlardır.

Bu yöntem American Colloid Company ve California De partment or Foodant Agriculture tarafından uygulanmaktadır. Aynı yöntem Delta Tarım Kimyasalları San. ve Tic. A.Ş. kalite kontrol laboratuvarında 18 yıldan beri uygulanmaktadır. Yöntemin uygulanması şöyledir.

Sıvı Hümik Asitler:
25 ml numune 100 ml behere alınır, %10 HCI çözeltisi ile tam çökme sağlanana kadar ilave edilir. Katı kısım sıvı kısımla beraber Şekil 1’de görünen buhner hunisine aktarılır vakum uygulanarak süzme tamamlandıktan sonra 2-3 defa saf su ilave edilerek tekrar süzülür. Huni çıkarılarak süzgeç kağıdı 90oC’de 2-3 saatte sabit tartıma getirilir katı kısım 2 haneli terazide tartılarak ağırlığı ölçülür. %HA =W1x4’tür.
İkinci bir 25 ml numune 100 ml’lik behere alınır. %10’luk BaCl2 çözeltisiyle çökelti çöktürülür. Şekil 1’deki gibi vakumlu düzenekte süzülür. 2-3 defa saf su ile süzülerek safsızlıklar uzaklaştırılır süzgeç kağıdı 90oC’de tartıma gelene kadar ısıtılır. Süzgeç kağıdından alınan kat 2 haneli hassas terazi tartılır.

HA + FA = W2 X 0,937 X 4
FA% = W2 – W1’dir.

Böylece ülkemizde büyük sorun olan fulvik asit miktarı da belirlenmiş olur. Burada tek hata kaynağı bazit ortamda çözünen çok az kil miktarının olmasıdır.

Leonarditte HA ve FA Oranları:
15-20 gram linyit kurutulduktan sonra tartılır 200 ml beherde %10’luk NaOH’ten 20 ml ve 200 ml saf su ile 80-90oC’de 2 saat kaynatılarak çözülür santrifüjle katı, sıvı ayrılarak sıvı kısım alınır. Yukarıda tarif edildiği 25 ml alınarak BaCl2 ile ve diğer bir 25 ml alınarak HCI asitle çöktürülerek analizi yapılır.

Katı K-Humat Analizleri:
Nemi uçurulmuş 20 gram katı K-Humat alınır, 100 ml’lik beherde saf su ile çözülür, BaCl2 (Baryum Klorür) ve HCI (Hidroklorik asit) ile çöktürülerek analizleri yapılır. Bu yöntemde hem şlempe hem de ligno sülfonatlar çökmediği için sahte hümik asitler kolayca fark edilir. Çok daha basit tanıma kokularından da yapılabilir şlempenin ağır bir kokusu vardır. Ligno sülfonatın kokusu fazla keskin
değildir. Yani hümik asiti tanıyan bir uzman kokuyla bile ayırt edebilir.

Sonuç:
Basit bir deneme de bu sahteciliği önlemekte kullanılabilir. Çay bardağınızın yarısına kadar hümik asit olduğu iddia edilen üründen konulur. Herhangi bir bakkalda satılan tuz ruhu (10-15 % HCI’dir) alınarak ilave edilir. Çökme varsa gerçek hümik asittir eğer çökme yoksa sahtedir. Denetimlerin ve seçilen analiz yöntemlerinin uygun olmaması nedeniyle ürün sahteciliği ülkemizde fazlasıyla yaygınlaşmıştır.
Bunu önlemenin en iyi uygun yolu ise doğru analiz yöntemlerinin kullanılması ve ilgili yönetmeliklerde gerekli değişikliklerin yapılmasıdır.

STD'NİN KURUCU BAŞKANI: MERHUM AŞKIN SÜRMELİ'NİN TÜRK TARIMINA KAZANDIRDIĞI ÖNEMLİ VE DEĞERLİ BİR ÜRÜNDÜR. 

İlgili İçerik

16 Mayıs 2016 Pazartesi

DÜNYA "ÇİFTÇİLER GÜNÜ" KUTLU OLSUN. HAMDİ DAĞ, STD BAŞKANI

DÜNYA TARIM YOLUNDA, TÜRKİYE İSE TERS YÖNDE İLERLİYOR!
Dünya Çiftçiler Günü’nde “dünya” nüfusu tarıma yönelirken Türkiye’de üreticiler tarımdan vazgeçiyor. En önemli neden ise gelir düzeyinin düşüklüğü.
Bugün 14 Mayıs Dünya Çiftçiler Günü. Bugün 79 ülkeden 120 tarımsal kuruluşu temsil eden Uluslararası Tarımsal Üreticiler Federasyonu’nun (IFAP) 1946 yılındaki kuruluşunun yıldönümü olan 14 Mayıs itibariyle Türkiye’de üreticilerin profilini tarlasera inceledi.
15 milyon kişi tarımdan geçiniyor
2016 itibariyle Türkiye’de geçimini tarım ile sağlayan nüfus yaklaşık 15 milyon. Bu, toplam ülke nüfusunun yüzde 19,8’unu oluşturuyor. Tarımsal nüfusun yüzde 49’unu kadın yurttaşlar oluşturuyor.
Aileleriyle birlikte üretici nüfusu böyleyken, mesleki anlamda üretici olarak kabul edilen nüfus toplam nüfusun yalnızca yüzde 3’üne denk geliyor. Buna göre Çiftçi Kayıt Sistemi’ne kayıtlı olan kişi sayısı 2,2 milyon.
Üretici tarımdan vazgeçme eğiliminde
Türkiye'de 2000’li yılların başından itibaren 2,7 milyonluk bir nüfusun tarımdan uzaklaştığı görülüyor. Aynı süreçte dünya genelinde tarımsal nüfusun yüzde 2 arttığı göz önüne alınırsa Türkiye’de görülen bu “tarımdan vazgeçme” eğilimi düşündürücü.
İstihdam payı gelire yansımıyor
Türkiye’de sektörel işgücü dağılımının yüzde 25,5’ini kapsayan tarımın istihdam içindeki payı ise 22,3. Buna karşın Gayri Safi Yurt İçi Hasıla içinde tarıma düşen pay yüzde 6’da kalıyor. Diğer sektörlerle karşılaştırıldığında tarımdan geçinmenin daha zor olduğu göze çarpıyor.
Üreticinin yıllık ortalama geliri 13 bin TL
2014 itibariyle tarımda ücretli ve maaşlı olarak çalışanlar yılda ortalama 13 bin 126 TL gelir elde ediyor. Tarım sektöründe işveren olarak çalışanların yıllık ortalama geliri 13 bin 399 TL olarak hesaplanırken, bu oran yevmiyeli olarak çalışanlarda ise yılda 4 bin 772 TL’de kalıyor.
Eğitim düzeyi gelirle doğru orantılı
Tarım sektöründe çalışanların yüzde 67,8’i lise altı düzeyde eğitim durumuna sahip. Lise ve üniversite mezunu üreticilerin oranı ise 7,1. Tarım sektöründe gelir düzeyi ile eğitim düzeyi arasında da bir ilişki olduğu seziliyor. Okur-yazar olmayan tarımsal nüfusta kişi başına yılda ortalama 6 bin 939 TL gelir düşerken, lise ve üzeri eğitim düzeyindeki bir tarım çalışanı ise yılda ortalama 18 bin 906 TL kazanç sağlıyor.
1 milyon üretici traktörsüz
Üretici nüfusu 2,2 milyon olarak kabul edildiğinde Türkiye’de üretici başına yaklaşık 11 hektar tarım arazisi düşüyor. Geçimini tarımla sağlayan kişi başına düşen tarım arazisi ise ortalama 1,6 hektar. Son yıllarda hızla artan traktör nüfusuna karşın Türkiye’de henüz traktör sahibi olmayan 1 milyona yakın üretici bulunuyor.

2 Aralık 2015 Çarşamba

AMAN DİKKAT!... "GDU’LU GIDALAR ZEHİR SAÇIYOR" - Nevzat Laleli

GDU’LU GIDALAR ZEHİR SAÇIYOR
               Nevzat Laleli
Nereye gidiyoruz yazı serisi                                      
Alman asıllı Amerikalı araştırmacı-gazeteci F. William Engdahl’ın istenmeyen ırkları kısırlaştırma planına ait ürpertici iddialar ortaya batmaktadır. Buna göre F. William Engdahl, tarım sektörünü elinde tutan GDO (genetiği değiştirilmiş organizma) devlerinin planlarına göre bu uygulamanın insanlık için bir kıyamet yaratacağını söylemektedir.
Özetle yapılamak istenen; GDO tohumlarını, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere yayarak, tarlalardaki orijinal tohumların kökünü kazıyan şirketler, şimdi dünya üzerindeki tüm orijinal tohumları muhtemel bir kıyamet günü için kutuplarda buzdan bir mağaraya saklamaktadırlar.
“Yeni Aktüel Dergisini 29.Kasım–5.Aralık.2007 tarihli 125. sayısında kapak konusu "Kıyamet Kapısı" başlığını taşıyan bir dergi yayınladı.
Bu konu içinde “Dünya üzerindeki tüm tohum çeşitlerini bir araya getirmeyi hedefleyen ambarın amacı, gelecekte dünyanın başına gelebilecek nükleer savaş, meteor düşmesi veya iklim değişimi gibi bir felaket durumunda, tohum çeşitliliğinin korunmasını sağlamak olarak belirtiliyor.
Ancak aynı gazeteci bu iyi niyetin arkasındaki korkunç amacın da bulunduğunu açıklıyor ve bu proje ile ilgili dehşet verici şüpheleri olduğunu söylüyordu. Gazeteciye göre “GDO devlerinin bizim bilmediğimiz bir şeyler bildiklerini” düşünüyordu.
GDD – GİZLİ DÜNYA DEVLETİ
Başlıkta görülen adıyla yayınlanan ve Milli gazete tarından okuyucularına dağıtılan ve hepinizin okumasını tavsiye ettiğim kitabın XXXIV. (34.) sayfasında 6 numaralı başlık, “MİKROP HARBİ” adını taşımakta ve “Tevrat’tan alınan bölüm”de şunlar söylenmektedir.
Ve onun içinde veba ve sokaklarına kan göndereceğim ve çepeçevre onun üzerine gelen kılıçla içinde ki yaralılar düşecekler ve bilecekler ki ben Rab’bim(Tevrat Hezekiel Bölümü 28/23)
14. yüz yılda Avrupa’da çok büyük ölümlere sebep olan veba salgınları yaşandı. (1. Meydan Laurousse Cilt 12 sf 551) Özellikle Almanya’da (1348 – 1349) yılları arasında vebadan ölenlerin sayısı oldukça arttı. Bu durum karşısında Papaz Clemens VI: Von Avigon vebanın nereden kaynaklandığını öğrenmek ve hastalığın yayılması karşısında tedbir almak için soruşturma açtı. (2. Lexion Des Mittelalters, Bond 11.  sf 784-785)
Soruşturma sonucu gerçek bir vahşeti ortaya koyuyordu. Milyonlarca insanın ölümüne sebep olan vebayı Yahudiler kasıtlı olarak yaymıştı. (3. Espana Y Los Judios, Federıco, Ysart Sf 32, 4. Der Grosse Bildatlas Zur Weltgeschichte, sf 557)
Vebayı yaymak için kuyu sularına veba mikrobu atılmış, Yahudi olmayanların evlerinin duvarları içine veba mikrobu bulunan mürekkep sürülmüştü. (5 Devil Drogs And Doctors sf 202-203) Nitekim bir Alman Yahudi’si yine zengin bir Yahudi olan Hanover’li Salamon oğlu Aaron’dan, Hanover kıyılarına atılmak üzere 300 tane veba mikrobu bulunan zehir torbası aldığını ve bunları hem şehrin kısına ve ham de diğer bazı şehirlerin kuyularını zehirlediğini itiraf etmişti. (6. La Mort Noir Chronic Dela Peste, Johannes Jnohl sf 218)
BAZI ÖNEMLİ TESPİTLER
2006 yılında çıkartılan 5553 sayılı bir kanunla, ülkemizde yerli tohum üretimi yasaklanmış, üretenlere de ağır cezalar konmuştu. O günden bu güne üretilemeyen yerli tohumlar çürüyüp özelliklerini kaybederlerken tohum ithalatı, başta İsrail olmak üzere diğer 6 adet çok uluslu tohumculuk şirketlerinden alınmaktadır. Hem de 4 ton domates satarak ancak 1 kg tohum alabilme pahasına…
Şimdi de (2015/Kasım) Tarım Bakanlığı 53 ayrı yem çeşidinin GDO’lu olabileceğini bir Genelge ile yayınlamış bulunmaktadır. GDO’lu gıdalarla beslenen hayvanlarımız, bir ara geçit olacak ve bu gıdalar onların etleriyle insanlarımıza da geçecektir.
İsrail’in yemediği, ABD ve AB ülkelerinin sınırlarından içeriye sokmadıkları, Rusya’nın da bizim marul ve dolma biber ihracatımızı “sağlığa zararlı bakteriler taşıyor” gerekçesiyle geri çevirdiği, GDO’lu (Genetiği Değiştirilmiş) gıdaların her çeşidine açık olan ülkemizde bu gıdalar bizlere ne yapmakta ve küçük yavrularımıza nasıl tesir etmektedir?
Aradan geçen dokuz yıldır bu GDO’lu tohumlarla üretilmiş gıdalarla beslenen milletimiz ve özellikle de küçük çocuklarımız, bu tohumların birer kobayı olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Bu olaylar gün de geçtikçe artacaktır.
Aşağıda göreceğiniz olaylarla karşılaşmanız halin de bize bildirmenizi rica ederiz.
2015 yılı Mart ayında Konya Numune Hastanesine başvuran 6 yaşında ki bir kız çocuğunun ana ve babası, “Kızlarının bu yaşta adet görmeye başlamasını…” dile getirerek Dr. Hüseyin Özdil’den yardım istemişlerdir.
26.Kasım.2105 günü akşam saat 19.30 da kanal ATV de takdimci ile bir uzman karşılıklı konuşmakta ve “8 yaşında bir kız çocuğunun meme kanserine yakalanmış olduğu” vurgulanmış ve buna çözüm yolları aranmıştır.

6 Haziran 2015 Cumartesi

DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ ( 5 – 11 Haziran )

DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ
( 5 – 11 Haziran )
İnsanların sürekli yaşadıkları yere çevre denir. Dağlar, ovalar, çayırlar, ormanlar, göller, denizler, ırmaklar, doğal çevreyi oluşturur.
Doğal Çevrenin korunması amacı ile 1972 yılında İsveç'in Stockholm kentinde Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı toplandı. Bu toplantıda çevre sorunları ele alındı. Çevre kirlenmesine karşı üye ülkeler ortak çözüm yolları aradılar. Birleşmiş Milletler Çevre Konferansında 5 Haziran gününün Dünya Çevre Günü olması kararlaştırıldı. Her yıl Birleşmiş Milletler'e üye ülkelerde 5 Haziran Dünya Çevre Günü olarak değerlendirilir.
Ülkemizde bu amaçla 1978 yılında Türkiye Çevre Sorunları Vakfı, daha sonra Çevre Müsteşarlığı kuruldu. Başbakanlığa bağlı Çevre Müsteşarlığı 5-11 Haziran tarihleri arasını Çevre Koruma Haftası olarak kabul etti. Çevre Koruma Haftasında okullarda öğrencilere doğal çevrenin korunması gereği öğretilir. Hafta boyunca radyo ve televizyonda halka çevre kirlenmesi ile ilgili bilgiler verilir. Alınması gerekli önlemler anlatılır. Gazete ve dergilerde doğal çevrenin korunmasına ilişkin yazılara yer verilir.
Doğal çevrenin kirlenmesi bütün ülkelerin ortak sorunudur. Çevre kirlenmesi hepimizin günlük yaşayışını etkileyen bir olaydır. Uygarlığın gelişmesi, endüstrileşme sonucu fabrikalarda insan gücüne gereksinme arttı. Kırlarda, köylerde, doğal çevrede yaşayan insanlar kentlere göçtü. Kent nüfusu önemli ölçüde çoğaldı. Kentlerde nüfusun artışı ve endüstrileşme ile birlikte çevre sorunları ortaya çıktı. Bu sorunun en önemlisi çevre kirlenmesidir.
Başlıca çevre sorunları su, hava ve toprak kirlenmesidir.
Su kirlenmesi ile deniz hayvanlarının yaşam ortamları bozulur. Kirli sularda avlanan balık ve öteki deniz ürünlerini yemeyelim. Böyle sularda yüzmeyelim.
Hava kirliliği daha çok yakıtların gereği gibi yakılmaması sonucu ortaya çıkar. Kirli hava solunuma elverişsiz havadır. Kirli hava solunum yolları hastalıklarını artırır. Solunum organlarımızı yorar. Hava kirliliği ölümlere bile sebep olur.
Toprak kirlenmesi; çeşitli ilaç ve gübrelerle toprağın tarıma elveriş­siz duruma gelmesidir. Çiftçilerimiz; tarlada kullanacakları ilaç ve gübre çeşidini ziraat mühendislerine, teknisyenlerine sormalıdır. Hangi gübrenin hangi cins topraklarda yararlı olacağı bilinmektedir. Bu nedenle; ilgili uzmana danışmaksızın ilaç ve gübre kullanılmamalı. Toprak kirlenmesi toprağın verimini azaltır. Bitki hastalıklarını çoğaltır.
Bugün pek çok ilimiz çevre sorunları ile karşı karşıyadır. Örneğin Ankara'da hava, İstanbul'da su… Mersin ve Adana'da toprak kirlenmesi birer çevre sorunudur.
DOĞAL ÇEVRENİN KORUNMASİ İÇİN ALINACAK ÖNLEMLER
Doğal çevrenin korunması : Bu konuda alınabilecek belli başlı önlemler şunlardır:
Akar ve durgun sular, insan ve hayvan artıkları ile kirletilmemeli,
Biriken çöpler hemen kaldırılmalı,
Zararlı hayvanların, böceklerin özellikle, karasinek ve sivrisinekle­rin üreyip çoğalmaları engellenmeli,
Kanalizasyon borularındaki patlamalar hemen ilgililere bildirilme­li.
Yakıtların tam yakılması sağlanmalıdır. Böylece hem enerji kaybı, hem de hava kirliliği önlenmiş olur.
Doğal çevrenin kirletilmesi yasalarımıza göre suçtur. Bu suçu işleyenlere para ve hapis cezaları verilir.
Doğal çevre bizim çevremizdir. Biz doğayı korudukça doğa da bizleri korur. Havaya, suya, toprağa karışan kimyasal artıklar doğayı etkiliyor. Bu artıkların çoğalması insan sağlığını bozuyor. Kısaca çevre sorunları, sağlımızla yakından ilgili bir konudur.
Bulunduğumuz yeri kirletmeyelim. Doğal çevrenin güzelliklerini korumak hepimizin görevidir. Bu konuda girişilen çalışma ve çabalara katılalım. Soluduğumuz havanın, içtiğimiz ve kullandığımız suların, bulunduğu­muz yerin temiz olmasını istiyorsak çevre kirlenmesine engel olalım. Sağlımıza uygun bir çevrede yaşamak için doğal çevremizi koruyalım.
KONUŞMA
Sevgili Arkadaşlar!
1972 yılında İsveç’in Stockholm kentinde yapılan Birleşmiş Milletler Çevre Konferansında alınan bir kararla, 5 Haziran günü Dünya Çevre Günü olarak kabul edildi. Haziran ayının ikinci haftası ile başlayan haftayı, okullarımızda Çevre Koruma Haftası olarak kutlamaktayız.
Sanayileşme ve kentlerdeki nüfus yoğunlukları, çevre sorunlarının artmasına sebep olmuştur. Bütün ülkelerin ortak sorunu haline gelen çevre kirlenmesi, günümüzde insan sağlığını tehdit eder boyutlara ulaşmıştır. Ölümlere neden olan solunum yolu hastalıklarının çoğu hava kirliliği sonucunda olmaktadır. Balıklar, çevre kirlenmesinden en çok zarar gören canlıların başında gelir.
Sanayi atıkları, spreyler, yakıtlarla ortaya çıkan dumanlar, petrol ve ilaç atıkları, plastik ürünler, suni gübreler ve çöpler, çevre kirlenmesine sebep olan en önemli etkenlerdendir.
Çevre kirlenmesini, insanın doğaya verdiği zarar olarak da tanımlayabiliriz. Doğanın korunmasını ve tahribatının engellenmesi zorunludur. Gelecek nesillere iyi bir çevre bırakmak için kirlenmeleri mutlaka önlemek, yeşil alanları ve hayvanları koruyup çoğaltmak gerekir. Bilinçsizce sağa sola attığımız plastik ürünlerin doğada 400 yıl kadar çürümeden kalabildiğini söylersek, karşı karşıya kaldığımız tehlikenin boyutlarını biraz olsun anlayabiliriz. Çevrenin kirlenmesini önlemek için üzerimize düşen görevleri mutlaka yapmalıyız.
Hepinize güzel ve temiz bir çevrede, mutlu ve sağlıklı bir ömür dilerim...