5 Eylül 2013 Perşembe

ORGANİK TARIMDA KOMPOST GÜBRE HAZIRLANIŞI VE YARARLARI

ORGANİK TARIMDA
KOMPOST GÜBRE HAZIRLANIŞI VE YARARLARI
Hamdi DAĞ & Başar NACIR
Biyokimyasal olarak ayrışabilir çok çeşitli organik maddelerin Organizmalar tarafından edilerek, uygulandığı topraklarda yararlı organizmaların çoğalması ve fonksiyonlarını sürdürmesi, toprak yapısında iyileşme, toprağın mineral besin maddesi içeriğine katkı, toprağın havalanması ve nem tutma kapasitesinde artış, ve toprağa uygulanan olmuş Ürünlere verilen isim olan kompost madenleştirmek stabilize Mikro ve Makro besin elementlerinden bitkinin daha iyi ve daha uzun sürelerde faydalanması gibi birçok yarar sağlamaktadır.
Kompostlaştırma uygulaması başlığı altında, çöp içerisindeki organik maddeler gözle görülmeyen mikroorganizmalar tarafından oksijen yardımı ile Biyokimyasal yollarla ayrıştırılmaktadır. Yetiştirdiğimiz Bitkiler için yapay Gübreler kullanmak yerine, basit yöntemlerle kendi bahçenizde Kompost Gübreler hazırlamak mümkündür. Bitkilerimizin sağlığı için çok yararlı olan bu işlemi gerçekleştirmek için ihtiyacınız olan malzemelerin çoğu genellikle evimizde daha önceden bulundurduğumuz şeyler olması, Kompost hazırlanmasını daha da kolay bir hale getiriyor.
Kompost hazırlamak için kullanılan malzemeler genel olarak iki sınıfa ayrılırlar. Azot içeriği fazla olan "yeşil malzemeler" arasında kesilmiş taze çim, taze sebze ve meyve kabukları ve artıkları, mutfak atiklari, yapraklar, ve taze çiftlik gübresi gelmektedir. Bunlara ek olarak "kahverengi malzemeler" karbon saglayan kuru maddelerden oluşur. Dal parçaları, ağaç kabukları, Talaş ve testere tozu, kuru yapraklar, gazete kağıdı ve saman gibi maddeler bu sınıfa aittirler. Bunların dışında kalan, et ve süt ürünleri, hayvan dışkısı, yağ ve yağlı yiyecek atiklari, Tıbbi Atıklar, hastalık içeren zararlı bitki atiklari, ve üzerinde tohum olan yabancı otlar komposta kesinlikle konulmaması gereken malzemeler arasında yer alır.
Peki Kompost nasıl yapılır? Kompostu oluşturmak için öncelikle bahçemizde bu iş için küçük bir alan ayırmamız gerekli. Belirlediğimiz alanda açacağımız tabanı toprak olan çukurun içerisine kat kat şeklinde konacak malzemelerin seçimine önem göstermeliyiz. Başarılı bir kompostun sırrı Karbon / azot oranın dengelemekten geçer. Yukarda bahsettiğimiz Yeşiller ve kahverengiler gruplarına ait malzemelerin karışımına ek olarak rutubet, hava, ve hacmin bir araya gelmesi ile Oluşan kompost, daha az gübre kullanımına ve yumuşak ve su tutan Gevşek bünyeli bir toprak elde etmemize yardımcı olur. Normalde Çevreyi kirletecek olan atıklarımızı Kompost yaparak değerlendirerek Doğayı ve Çevreyi yaşadığımız bunlardan korumuş oluruz.
Kompost hazırlanışında önemli olan çürümenin hızlı bir şekilde gerçekleşmesi için, kullanılan malzemenin boyutlarının küçük olması gerekmektedir. Kompostun oluşumunda gerekli olan nemi sağlamak için fıskiyeli hortum veya süzgeçli kova yardımı ile ıslanma gerçekleştirilebilir. Kompostlaşma havalı ortamda gerçekleştiği için hazırladığımız yığını ara sıra havalandırmak çürümeyi hızlandırır. Komposta ne kadar çok değişik kaynaktan malzeme girerse Ürüne katkının fazlalaştığını ve besin içeriğinın arttığını aklımızda bulundurarak, elimizdeki son ürünün yetiştiricilik hedefimize uygun olmasına dikkat etmeliyiz.
Ülkemizde Bahçe her türlü ekilebilir alanın yaygın olması nedeniyle kompost hazırlanması ve hem kolay, hem çevreye yararlı, hem de atıklarımızı iyi şekilde değerlendirdiğinden ve toprağın verimiliğini arttırdığından dolayı hesaplı bir işlemdir. Üzerinde hazırlandığı zeminin kolay havalanmasını ve Zor işlenen toprakların kolay işlenmesini saglayan bu uygulama, besin maddelerinin bitkilerce daha iyi kullanılmasını sağlamakla kalmayıp, toprağın su tutma kabiliyetini de artırarak kurak mevsimlerde tuzlanmayı önler. Bahsettiğmiz Tüm bu nedenlerden dolayı Doğaya dost ve verim arttırıcı olan kompostun, birçok gelişme ortamına alternatif ya da destek olabileceği kanıtlanmış ve özellikle kendi kendine yeterli verimliliği sağlayamayan Bahçelerde faydalı olduğu görülmüştür.
EKOLOJİK (ORGANİK, BİYOLOJİK) TARIM
Ekolojik (Organik, Biyolojik) tarım yüksek girdi kullanımına dayalı endüstriyel tarımın insan sağlığı, ekonomi ve çevre açısından ortaya çıkardığı olumsuz sonuçların karşısında alternatif olarak ortaya çıkmış bir tarım sistemidir. Kaynakların en iyi şekilde kullanımına dayanarak yanlış uygulamalar sonucu bozulan doğal dengeyi korumayı amaçlayan ekolojik tarım sisteminde, sentetik kimyasal gübrelerin, ilaçların ve hormonların kullanımı yasaklanmıştır. Toprak verimliliği, hastalık ve zararlılardan korunmada uygun çeşit seçimi, ürün rotasyonu, bitki atıklarının değerlendirilmesi, yeşil gübreleme, organik atıkların kullanılması, hayvan gübresi ve biyolojik kontrol gibi yöntemler esas olarak belirlenmiştir.
Ekolojik tarım yüksek kaliteyi hedefleyen bir tarım sistemidir. Başlıca amacı toprak-bitki-hayvan ve insan arasındaki yaşam zincirinde üretim optimizasyonunu sağlıklı bir şekilde sağlayabilmektedir.
Ekolojik tarımla ilgili tüm ulusal ve uluslararası standartlar araziden rafa kadar ürünün izlediği tüm aşamaların kontrolünü ve sertifikasyonu zorunlu tutmaktadır. Sertifikasyonla, ekolojik ürün tüketerek hem sağlıklı yaşamayı hem de doğayı korumayı hedefleyen tüketicilere bir güvence verilmektedir. Ayrıca ekolojik üretim yapan üreticinin standartlara uygun üretimini belgelendirerek ispatlamasına ve ürününü hak ettiği değerde pazarlamasına imkan sağlamaktadır.
ORGANİK TARIM NEDİR?
Organik Tarım; üretimde kimyasal girdi kullanmadan, üretimden tüketime kadar her aşaması kontrollü ve sertifikalı tarımsal üretim biçimidir. Organik tarımın amacı; toprak ve su kaynakları ile havayı kirletmeden, çevre, bitki, hayvan ve insan sağlığını korumaktır. Organik tarımın geçmişi 20.yüzyıla dayanmaktadır. Zira çevre bilinci ve ozon tabakasındaki incelme ve dünya geleceğinin tehlikeye girmesi gibi konular gündeme gelmiştir.
Önceleri çok çeşitli yöntemler ve teoriler geliştirilmiş, hatta bu yöntemlere astrolojik boyutlar katılarak ay ve yıldızların etkisini de üretime katan ekoller ortaya çıkmıştır. Tüm bu ekoller incelendiğinde görülen temel öğe; ekolojik dengenin korunarak, bitkisel ve hayvansal üretimin birlikte aile işletmeciliği şeklinde yapılması, dolayısıyla üretimden tüketime kısa devrelerin kurularak kendi kendine yeterliliğin sağlanmasıdır.
Bu özelliği nedeni ile 1. ve 2. Dünya savaşları arasında popüler olan organik tarım 1950 yılından sonra Amerika Birleşik Devletleri'nin Marshall yardımı ile önemini yitirmiş, sağlanan ekonomik katkılar ve aşırı desteklemeler sonucu entansif tarım süratle yayılmış, makineleşme, kimyasal ilaç ve gübreler ile kimyasal katkı maddeleri kullanılmaya başlanılmıştır. 60’lı yılların sonunda Avrupa Topluluğu'nun uyguladığı tarımsal destekleme politikaları, 1970 de pestisitlerin ve kimyasal gübrenin keşfi de bu gelişmeye katkıda bulunmuştur.
Ancak "Yeşil Devrim" olarak adlandırılan bu tarımsal üretim artışının dünyadaki açlık sorununa bir çözüm getirmediğini, aksine doğal dengeyi ve insan sağlığını süratle bozduğunu gören kişi ve gruplar bu konuda araştırmalara başlamışlardır. Bu araştırmaların sonucunda bilim çevreleri ve sivil toplum örgütlerinin baskısıyla 1979 yılından itibaren DDT grubu pestisitlerin kullanımı A.B.D.'den başlayarak tüm dünyada yasaklanmıştır. Bu durumda organik tarım tekrar gündeme gelmiş, 1980 yılından sonrada tüketicilerin baskısıyla aile işletmeciliği şeklinden çıkarak ticari bir boyut kazanmıştır. ABD'de 0-2 yaş grubu çocuk mamalarının imalinde organik ürünlerin kullanılmasını zorunlu tutan yasanın da bu ticari boyuta katkısını belirtmek gerekir.
Organik ürünler ticarete konu olunca beraberinde kontrol ve sertifikasyona ilişkin yasal düzenlemeler gündeme gelmiştir. Avrupa'da önceleri her ülke kendine göre bazı düzenlemeler yapmış, daha sonra 24 Haziran 1991 tarihinde Avrupa Topluluğu içinde organik tarım faaliyetlerini düzenleyen 2092/91 sayılı yönetmelik yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
Ülkemizde organik tarım faaliyetleri 1986 yılında Avrupa'daki gelişmelerden farklı şekilde, ithalatçı firmaların istekleri doğrultusunda, ihracata yönelik olarak başlamıştır. Önceleri ithalatçı ülkelerin bu konudaki mevzuatına uygun olarak yapılan üretim ve ihracata, 1991 yılından sonra Avrupa Topluluğunun yukarıda adı geçen Yönetmeliği doğrultusunda devam edilmiştir. Daha sonra 2092/ 91 sayılı yönetmeliğin 14 Ocak 1992 tarihinde yayımlanan 94 /92 sayılı ekinde; Avrupa Topluluğuna organik ürün ihraç edecek ülkelerin uymak zorunda olduğu hususlar ayrıntıları ile belirtilmiş ve ülkelerin kendi mevzuatlarını uygulamaya koymaları ve bu mevzuatın da dahil olduğu çeşitli teknik ve idari konuları içeren bir dosya ile Avrupa Topluluğuna başvurmaları zorunluluğu getirilmiştir.
Avrupa Topluluğu'ndaki bu gelişmelere uyum sağlamak üzere Tarım ve Köyişleri Bakanlığı çeşitli kurum ve kuruluşların işbirliği ile Yönetmelik hazırlama çalışmalarına başlamış ve "Bitkisel ve Hayvansal Ürünlerin Ekolojik Metotlarla Üretilmesine İlişkin Yönetmelik" 24.12. 1994 tarihli ve 22145 sayılı Resmi Gazete' de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu Yönetmeliğin bazı maddelerinde uygulamada rastlanılan aksaklıkları gidermek ve organik tarım faaliyetleri sırasında yapılacak kusur ve hatalara karşı uygulanacak yaptırımların da yönetmelikte yer alması için, 29.06.1995 tarihli ve 22328 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan yönetmelik ile değişiklik yapılmıştır. Daha sonra 11.07.2002 tarihli ve 24812 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Organik Tarımın Esasları ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik” yürürlüğe girmiştir. Organik ürünlerin üretimi, tüketimi ve denetlenmesine dair kanun tasarısı Hükümetin acil eylem planı içerisinde yer almış ve 5262 sayılı “Organik Tarım Kanunu” 03.12.2004 tarihli ve 25659 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Bu Kanuna gereğince hazırlanan “Organik Tarımın Esasları ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik” 10.06. 2005 tarihli ve 25841 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Organik Tarım Kanun ve Yönetmelik esaslarına göre üretilen bitkisel ve hayvansal tüm ürünler organik olarak değerlendirilir ve Yönetmelikte ayrıntıları verilen etiket ve özel organik tarım logosu ile pazarlanır.
"Avrupa Topluluğuna Organik Ürün İhraç Eden 3.Ülkeler" listesinde yer almak üzere de gerekli bilgileri içeren bir "Teknik Dosya" hazırlanarak öngörülen süre içinde Dışişleri Bakanlığı kanalıyla resmi başvuru yapılmıştır.
Organik tarım, son yıllarda gündemde oldukça sık yer almasına rağmen, aslında 50-60 yıl öncesine kadar kullanılan en eski tarımsal faaliyetlerden birisidir. Babalarımızın veya dedelerimizin yıllar önce, petrol kaynaklı inorganik gübrelerin ve pestisid’lerin (tarımsal ilaçlar) yokluğunda, yapmaya çalıştığı tarımsal üretimin, her ne kadar bugünkü anlamı ile organik tarım olarak tanımlanamaz ise de, organik tarımın temelini oluşturduğunu söylemek pek de yanlış olmaz.
Organik tarım, tüm dünya’da yıllardan beri süregelen bilinçsiz ve aşırı gübre ve pestisid (tarımsal ilaçlar) kullanımı sonucu bozulmaya yüz tutan tarımsal ekosistemi ve insan sağlığını korumak amacı ile geliştirilen ve önerilen ve tamamen saf, sağlıklı, bitkisel ve hayvansal ürünlerin üretilmesi yanında, tarımsal ekosistemi de koruyan bir tarım sistemi olarak ortaya çıkmıştır. Daha geniş bir tanımlamayla, hiçbir yapay kimyasal madde kullanılmadan yapılan çiftçiliğe organik tarım denmektedir.
İlk defa 1940 yıllarında, Kuzey Avrupa’da bazı araştırıcılar tarafından ileri sürülmüştür. Ancak, 1920’li yıllarda Almanya’da, Avusturyalı filozof Rudolf Steiner tarafından “Biyodinamik Tarım”; İngiltere’de 1940 yılında Albert Howard tarafından “Organik Tarım” ve İsviçre’de, 1930’lu yıllarda Hans-Peter Rusch ve Hans Müller tarafından “Biyolojik Tarım” olarak ortaya atılmıştır.
Organik tarım, doğaya sahip olup, ona hükmetmek, onu kontrol etmekten çok, onunla ortaklık kurabilme sanatı olarak da değerlendirilmektedir. Organik tarımın ana amacı, bitkilerin, hayvanların, insanların ve toprağın sağlığını ve verimliliğini korumak ve devamlılığını sağlamaktır. Bugün, organik tarım, ekolojik tarım veya biyolojik tarım olarak da isimlendirilen tarım sistemleri aslında aynı şeyi ifade etmektedir.
Kuşkusuz, organik tarım denince, hem bitkisel hem de hayvansal üretim anlaşılmalıdır. Yeryüzünde yetişen ve tarımı yapılan her türlü bitki organik tarımda kullanılabilir. Ülkemizi örnek olarak verirsek, organik buğday, organik ayçiçeği, organik soya, organik çeltik, organik mısır, organik meyve ve sebze gibi ülkemiz tarımında yer alan her türlü bitkinin tarımı yapılabilir. Diğer yandan, hayvansal ürünleri de (et, süt, yoğurt, bal, yumurta vd.) organik olarak elde etmek mümkündür. Bunun için, büyükbaş, küçükbaş ve kümes hayvanlarını, kontrollü şartlarda tamamen doğal yemlerle (organik tarımla üretilmiş) beslemek, hastalık durumunda herhangi bir kimyasal madde (ilaç, hormon-büyüme ve gelişme düzenleyiciler) vermekten kaçınmak yeterlidir.
Ülkemizde ilk organik tarım faaliyetleri, bundan 20 yıl kadar önce (1985-1986 yılları), bazı Avrupa ülkelerinden gelen talepler doğrultusunda, Ege bölgemizde kuru incir ve kuru üzüm üretimiyle başlamıştır. Ancak ülkemizin gündemine son 10 yıllık dönemde girmiş olup, son yıllarda Avrupa Birliğinin de talepleri doğrultusunda iyice gündeme oturmuştur. Bugün, Ege bölgesi dışına da taşarak tüm ülkeye yayılmış durumdadır. Yurt dışından gelen talepler nedeniyle, ürünlerde de çeşitlilik (fındık ve kuru kayısı gibi) gözlenmektedir. Günümüzde artık, ekim alanları bazı bitkiler için yeterli olmasa da, hemen hemen her türlü bitki grubu ile organik tarım faaliyetleri yapılmaktadır.
Burada, organik tarımla ilgili verilen bilgiler, bitkisel üretimle ilgilidir.
Diğer bir tarımsal faaliyet olan Doğal tarım (naturel tarım), organik tarımdan tamamen farklı olup, aynı şeyler değildir.  Örneğin, bir alanda, dışarıdan hiçbir kimyasal gübre, ilaç veya hormon kullanmadan kendi haline yetişen bir bitkinin ürününe doğal ürün veya naturel ürün, bu işleme de doğal ve naturel tarım demek mümkündür. Daha önceden, toprakta birikmiş olan gübre, ilaç ve diğer kimyasal madde kalıntılarının varlığı, o ürünün doğal olduğunu değiştirmez. Ancak, böyle bir ürün organik değildir. Çünkü, organik tarımın belirli kuralları olup, bunlara uyulması zorunludur. Her ne kadar, dışarıdan herhangi bir kimyasal madde uygulaması olmamasına rağmen, tarlada daha önceden birikmiş olan kimyasal madde kalıntıları, elde edilecek ürünü organik olmaktan, yapılan işlemleri de organik tarım olmaktan çıkarır. Bu iki tanım birbirlerinden kesin olarak ayrılmalı ve çok dikkat edilmelidir. Unutulmamalıdır ki, her organik ürün, doğal (naturel) bir üründür. Ancak, her doğal ürün organik ürün değildir. 
ORGANİK TARIMIN ÖNEMİ
Organik tarım, her şeyden önce belirli kurallar çerçevesinde sürdürülebilir tarımdır. Bu da başta toprak olmak üzere su, hava, çevre ve doğada yaşayan diğer canlılara zarar vermeyen ve hayvanları koruyan bir üretim anlamına gelmektedir. Örnek olarak ilaçlama ile çevredeki bir göl ve paralel olarak o gölde yaşayan canlılar zarar görebilir. O gölün suyunu kullanan insanların zarar görebileceği gibi, gölden avladığı bir balığı yiyen kuş bambaşka bölgelere hastalık taşıyabilir. Organik tarım, kuralları çerçevesinde çevresine duyarlı, sömüren değil sürdürülebilir olan bir üretim sağlar.
Üretilen ürünlerin kolayca izlenebilmesi ve her aşamada denetlenebilmesi ile tarımda ciddi bir denetim eksikliğini giderebilir.
Üretilen ürünlerin insan sağlığına zarar verebilecek kimi atıkları barındırmasının önüne geçerek hastalıkların yayılması/oluşmasını ciddi oranda engelleyebilir.
Organik tarım yalnızca insan sağlığını değil, aynı zamanda yaşam alanımız olan dünyanın korunmasını da sağlar.
Mevcut tarım topraklarının azalmasını, çölleşmesini, kullanılamaz hale gelmesini ve sömürülmesini de engeller.
GEÇ GELEN İTİRAF
Mudurnu Tavukçuluk’un eski yöneticilerinden Uğur Türesin’in yaptığı açıklamalar çok konuşulacak gibi. Bolu’nun önemli ekonomik faaliyetlerinden biri olan tavukçulukla ilgili ilginç değerlendirmelerde bulunan Türesin, geçmiş yıllara ve bugüne dair çok önemli değerlendirmelerde ve itiraflarda bulundu. “Değerli hemşeriler, emekli bir tavukçu olarak görüşümü arz ediyorum. Sen de tavukçu idin sen yapmadın mı diyecekler, kıskanıyor diyecekler. Olsun. Dayanamıyorum. Ne derlerse desinler, söz konusu vatansa gerisi teferruat” diyerek bir açıklama yapan Mudurnu Tavukçuluk’un eski yöneticilerinden Uğur Türesin, geçmiş yıllara dair oldukça ilginç itiraflarda bulundu.
“Hatalıydık”
Uğur Türesin; “Bundan 10 yıl önce, tavukçuluk bu kadar yoğun değildi. O günün şartlarında şirket sürekli yatırım yaptığından, parasızlıktan, kendi arazilerimize tarım alanlarında, bizler de yapılaşma yaptık. İtiraf ediyorum, hatalıydık. O günlerde bu kadar çevre bilinci oluşmamıştı. Dostlar Avrupa’da; yer altı suları kirleniyor, koku, böcek vs oluşuyor, hayvan ve insan sağlığını etkileyecek, insanlığı o bölgede ekonomik yönden bitecek diye artık kümes yapılmıyor. Hayvan hakları dernekleri de, tavuklar sıkışık ve zulüm içinde yetişiyor, diye tepki gösteriyorlar” diyerek bugünkü sistemin artık yanlış yönlerinin görüldüğünü ve yavaş yavaş terk edilmeye başlandığını, anlattı. Konuşmasında muhtemel salgın hastalıklara karşı tedbir alınması gerektiğini söyleyen Uğur Türesin: “Mudurnu ilçe sınırları ve 10 km çevresi, yoğun tavuk yetiştiriciliğinden kaynaklı her an çıkacak bir hastalıkla karşı karşıya. Basından da izliyoruz” dedi. “Allah korusun böyle bir şey olursa 50 yıl bu kötü imajı silemeyiz. Bölgeyi karantinaya alırlar. Mevcut tavuk fabrika tesisleri çalışmaz, üretim yapamaz. O zaman işsizlik yeniden patlar. Turist de gelmez ilçemize” diye konuştu.
“Tehlike kapıda”
Açıklamasına, bugün yapılan ve yapılması gündemde olan faaliyetlerle ilgili devam eden Türesin; şöyle devam etti: “Şu an zaman zaman ters esen rüzgârda yol boyunca tavuk pisliği kokuları hissediliyor. Bu sebeple kimse Nallıhan-Bolu Karayolu üzerinden Mudurnu’ya giriş yapmaz. Yeni yapılacak tesisler otomatiktir. 400 binlik tavuk sürüsüne göz kontrolü ile 4 kişi bakmakta, istihdama faydası yoktur. Mudurnu’da üretilen her şey lekelenecek. Tehlike kapıda. Dağ köylerimizde ucuz araziler çok ve işletmeler için mikro klimatize doğal koruma durumundalar. Nallıhan yolu Yüzüncüyıl Köyü, Dedeler, At Yaylası, Uğurlualan yol boyu müsaittir. Tabi ki köylerimizin en az 500 metre dışına yeni kümesler kurulmalı. Bu durum entegre işletmelerimiz için de risklidir”
“Tyson tavukçuluk bile iflas etti”
“Üretim çoğaldıkça kontrolden çıkıyor. Büyüklüğe gelmez.” diyen Türesin, piyasaya dair endişelerini Amerika’dan bir örnekle gösterdi: “Amerika’da, günde bir buçuk milyon tavuk kesen, eski başkan Bill Clinton’un sponsoru, Tyson tavukçuluk bile iflas etti. Sektör kontrollü büyümelidir. Nefisler insanları ne hale getiriyor. Örnek bizleriz, bu işler cesarete bakmaz, daha fazla üretim istihdam diye maliyet düşüreceğiz derken, bankacılık sektörünün o yılki zayıflığının acısını hepimiz çektik, yaşadık. O yıllarda biz Avrupa’yı takip ettik. Hastalık tehlikesini, bugünleri gördük. 10 yıl önce kapasitemizin % 10’nunu organik köy, yayla tavuğuna çevirdik” Türesin konuşmasında, köylerde kümeslerin boş ve alt yapılarının hazır olduğunu söylerken tavukçuluk sektöründe faaliyette bulunacak sanayiciler için de tavsiyelerde bulundu: “Sanayici, tavukçularımızı da, çiftçilerimizi de koruyacak, daha fazla kazandırırken insan sağlığı ve çevremizi koruyacak, köy yaşamının devamını sağlayacak, doğal, organik, ekolojik üretimde bulunmalı. Pazar hazır. Yurt dışında üretimler daha sağlıklı ve lezzetli olduğundan, organik üretimde %35-%40 ulaşıldı. Bizim farkına varıp bu günleri görerek Türkiye’de ilk yaptığımız Yayla Köy tavuğudur. Çare, çözüm budur. Yetkili belediyemize ileri gelenlerimize kamuya, makamlarımıza duyurulur” Türesin, tavukçuluk sektörünün bir an önce gözden geçirilmesi gerektiğine de dikkat çekti.
(*) Bu itiraf, 04.10.2010 tarihinde"BOLU EKSPRES" Gazetesinde yayınlanmıştır.

Hamdi DAĞ
Başkan

STD-SÜRDÜRÜLEBİLİR EKOLOJİK TARIM VE ÇEVRE DERNEĞİ
Adres              : Rüzgarlı Cad. No: 13/19 Ulus-ANKARA
Tel&Faks        : +90.312.4338206
Gsm                 : +90.535.7992335
Blog                 : http://surdurulebilirtarim.blogspot.com/
E-Posta           : std.genelmerkez@gmail.com

                         surdurulebilirtarim@yahoo.com.tr

Hiç yorum yok: