ORGANİK TARIMDA
KOMPOST GÜBRE
HAZIRLANIŞI VE YARARLARI
Hamdi DAĞ & Başar
NACIR
Biyokimyasal
olarak ayrışabilir çok çeşitli organik maddelerin Organizmalar tarafından
edilerek, uygulandığı topraklarda yararlı organizmaların çoğalması ve
fonksiyonlarını sürdürmesi, toprak yapısında iyileşme, toprağın mineral besin
maddesi içeriğine katkı, toprağın havalanması ve nem tutma kapasitesinde artış,
ve toprağa uygulanan olmuş Ürünlere verilen isim olan kompost madenleştirmek
stabilize Mikro ve Makro besin elementlerinden bitkinin daha iyi ve daha uzun
sürelerde faydalanması gibi birçok yarar sağlamaktadır.
Kompostlaştırma
uygulaması başlığı altında, çöp içerisindeki organik maddeler gözle görülmeyen
mikroorganizmalar tarafından oksijen yardımı ile Biyokimyasal yollarla ayrıştırılmaktadır.
Yetiştirdiğimiz Bitkiler için yapay Gübreler kullanmak yerine, basit
yöntemlerle kendi bahçenizde Kompost Gübreler hazırlamak mümkündür.
Bitkilerimizin sağlığı için çok yararlı olan bu işlemi gerçekleştirmek için
ihtiyacınız olan malzemelerin çoğu genellikle evimizde daha önceden
bulundurduğumuz şeyler olması, Kompost hazırlanmasını daha da kolay bir hale
getiriyor.
Kompost
hazırlamak için kullanılan malzemeler genel olarak iki sınıfa ayrılırlar. Azot
içeriği fazla olan "yeşil malzemeler" arasında kesilmiş taze çim,
taze sebze ve meyve kabukları ve artıkları, mutfak atiklari, yapraklar, ve taze
çiftlik gübresi gelmektedir. Bunlara ek olarak "kahverengi
malzemeler" karbon saglayan kuru maddelerden oluşur. Dal parçaları, ağaç
kabukları, Talaş ve testere tozu, kuru yapraklar, gazete kağıdı ve saman gibi
maddeler bu sınıfa aittirler. Bunların dışında kalan, et ve süt ürünleri,
hayvan dışkısı, yağ ve yağlı yiyecek atiklari, Tıbbi Atıklar, hastalık içeren
zararlı bitki atiklari, ve üzerinde tohum olan yabancı otlar komposta
kesinlikle konulmaması gereken malzemeler arasında yer alır.
Peki
Kompost nasıl yapılır? Kompostu oluşturmak için öncelikle bahçemizde bu iş için
küçük bir alan ayırmamız gerekli. Belirlediğimiz alanda açacağımız tabanı
toprak olan çukurun içerisine kat kat şeklinde konacak malzemelerin seçimine
önem göstermeliyiz. Başarılı bir kompostun sırrı Karbon / azot oranın
dengelemekten geçer. Yukarda bahsettiğimiz Yeşiller ve kahverengiler gruplarına
ait malzemelerin karışımına ek olarak rutubet, hava, ve hacmin bir araya
gelmesi ile Oluşan kompost, daha az gübre kullanımına ve yumuşak ve su tutan
Gevşek bünyeli bir toprak elde etmemize yardımcı olur. Normalde Çevreyi
kirletecek olan atıklarımızı Kompost yaparak değerlendirerek Doğayı ve Çevreyi
yaşadığımız bunlardan korumuş oluruz.
Kompost
hazırlanışında önemli olan çürümenin hızlı bir şekilde gerçekleşmesi için,
kullanılan malzemenin boyutlarının küçük olması gerekmektedir. Kompostun
oluşumunda gerekli olan nemi sağlamak için fıskiyeli hortum veya süzgeçli kova
yardımı ile ıslanma gerçekleştirilebilir. Kompostlaşma havalı ortamda
gerçekleştiği için hazırladığımız yığını ara sıra havalandırmak çürümeyi
hızlandırır. Komposta ne kadar çok değişik kaynaktan malzeme girerse Ürüne
katkının fazlalaştığını ve besin içeriğinın arttığını aklımızda bulundurarak,
elimizdeki son ürünün yetiştiricilik hedefimize uygun olmasına dikkat
etmeliyiz.
Ülkemizde
Bahçe her türlü ekilebilir alanın yaygın olması nedeniyle kompost hazırlanması
ve hem kolay, hem çevreye yararlı, hem de atıklarımızı iyi şekilde
değerlendirdiğinden ve toprağın verimiliğini arttırdığından dolayı hesaplı bir
işlemdir. Üzerinde hazırlandığı zeminin kolay havalanmasını ve Zor işlenen
toprakların kolay işlenmesini saglayan bu uygulama, besin maddelerinin
bitkilerce daha iyi kullanılmasını sağlamakla kalmayıp, toprağın su tutma
kabiliyetini de artırarak kurak mevsimlerde tuzlanmayı önler. Bahsettiğmiz Tüm
bu nedenlerden dolayı Doğaya dost ve verim arttırıcı olan kompostun, birçok
gelişme ortamına alternatif ya da destek olabileceği kanıtlanmış ve özellikle
kendi kendine yeterli verimliliği sağlayamayan Bahçelerde faydalı olduğu
görülmüştür.
EKOLOJİK
(ORGANİK, BİYOLOJİK) TARIM
Ekolojik
(Organik, Biyolojik) tarım yüksek girdi kullanımına dayalı endüstriyel tarımın
insan sağlığı, ekonomi ve çevre açısından ortaya çıkardığı olumsuz sonuçların
karşısında alternatif olarak ortaya çıkmış bir tarım sistemidir. Kaynakların en
iyi şekilde kullanımına dayanarak yanlış uygulamalar sonucu bozulan doğal dengeyi
korumayı amaçlayan ekolojik tarım sisteminde, sentetik kimyasal gübrelerin,
ilaçların ve hormonların kullanımı yasaklanmıştır. Toprak verimliliği, hastalık
ve zararlılardan korunmada uygun çeşit seçimi, ürün rotasyonu, bitki
atıklarının değerlendirilmesi, yeşil gübreleme, organik atıkların kullanılması,
hayvan gübresi ve biyolojik kontrol gibi yöntemler esas olarak belirlenmiştir.
Ekolojik
tarım yüksek kaliteyi hedefleyen bir tarım sistemidir. Başlıca amacı
toprak-bitki-hayvan ve insan arasındaki yaşam zincirinde üretim optimizasyonunu
sağlıklı bir şekilde sağlayabilmektedir.
Ekolojik
tarımla ilgili tüm ulusal ve uluslararası standartlar araziden rafa kadar
ürünün izlediği tüm aşamaların kontrolünü ve sertifikasyonu zorunlu
tutmaktadır. Sertifikasyonla, ekolojik ürün tüketerek hem sağlıklı yaşamayı hem
de doğayı korumayı hedefleyen tüketicilere bir güvence verilmektedir. Ayrıca
ekolojik üretim yapan üreticinin standartlara uygun üretimini belgelendirerek
ispatlamasına ve ürününü hak ettiği değerde pazarlamasına imkan sağlamaktadır.
ORGANİK
TARIM NEDİR?
Organik
Tarım; üretimde kimyasal girdi kullanmadan, üretimden tüketime kadar her
aşaması kontrollü ve sertifikalı tarımsal üretim biçimidir. Organik tarımın
amacı; toprak ve su kaynakları ile havayı kirletmeden, çevre, bitki, hayvan ve
insan sağlığını korumaktır. Organik tarımın geçmişi 20.yüzyıla dayanmaktadır.
Zira çevre bilinci ve ozon tabakasındaki incelme ve dünya geleceğinin tehlikeye
girmesi gibi konular gündeme gelmiştir.
Önceleri
çok çeşitli yöntemler ve teoriler geliştirilmiş, hatta bu yöntemlere astrolojik
boyutlar katılarak ay ve yıldızların etkisini de üretime katan ekoller ortaya
çıkmıştır. Tüm bu ekoller incelendiğinde görülen temel öğe; ekolojik dengenin
korunarak, bitkisel ve hayvansal üretimin birlikte aile işletmeciliği şeklinde
yapılması, dolayısıyla üretimden tüketime kısa devrelerin kurularak kendi
kendine yeterliliğin sağlanmasıdır.
Bu
özelliği nedeni ile 1. ve 2. Dünya savaşları arasında popüler olan organik
tarım 1950 yılından sonra Amerika Birleşik Devletleri'nin Marshall yardımı ile
önemini yitirmiş, sağlanan ekonomik katkılar ve aşırı desteklemeler sonucu
entansif tarım süratle yayılmış, makineleşme, kimyasal ilaç ve gübreler ile
kimyasal katkı maddeleri kullanılmaya başlanılmıştır. 60’lı yılların sonunda
Avrupa Topluluğu'nun uyguladığı tarımsal destekleme politikaları, 1970 de
pestisitlerin ve kimyasal gübrenin keşfi de bu gelişmeye katkıda bulunmuştur.
Ancak
"Yeşil Devrim" olarak adlandırılan bu tarımsal üretim artışının
dünyadaki açlık sorununa bir çözüm getirmediğini, aksine doğal dengeyi ve insan
sağlığını süratle bozduğunu gören kişi ve gruplar bu konuda araştırmalara
başlamışlardır. Bu araştırmaların sonucunda bilim çevreleri ve sivil toplum
örgütlerinin baskısıyla 1979 yılından itibaren DDT grubu pestisitlerin
kullanımı A.B.D.'den başlayarak tüm dünyada yasaklanmıştır. Bu durumda organik
tarım tekrar gündeme gelmiş, 1980 yılından sonrada tüketicilerin baskısıyla
aile işletmeciliği şeklinden çıkarak ticari bir boyut kazanmıştır. ABD'de 0-2
yaş grubu çocuk mamalarının imalinde organik ürünlerin kullanılmasını zorunlu
tutan yasanın da bu ticari boyuta katkısını belirtmek gerekir.
Organik
ürünler ticarete konu olunca beraberinde kontrol ve sertifikasyona ilişkin
yasal düzenlemeler gündeme gelmiştir. Avrupa'da önceleri her ülke kendine göre
bazı düzenlemeler yapmış, daha sonra 24 Haziran 1991 tarihinde Avrupa Topluluğu
içinde organik tarım faaliyetlerini düzenleyen 2092/91 sayılı yönetmelik
yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
Ülkemizde
organik tarım faaliyetleri 1986 yılında Avrupa'daki gelişmelerden farklı
şekilde, ithalatçı firmaların istekleri doğrultusunda, ihracata yönelik olarak
başlamıştır. Önceleri ithalatçı ülkelerin bu konudaki mevzuatına uygun olarak
yapılan üretim ve ihracata, 1991 yılından sonra Avrupa Topluluğunun yukarıda
adı geçen Yönetmeliği doğrultusunda devam edilmiştir. Daha sonra 2092/ 91
sayılı yönetmeliğin 14 Ocak 1992 tarihinde yayımlanan 94 /92 sayılı ekinde;
Avrupa Topluluğuna organik ürün ihraç edecek ülkelerin uymak zorunda olduğu
hususlar ayrıntıları ile belirtilmiş ve ülkelerin kendi mevzuatlarını
uygulamaya koymaları ve bu mevzuatın da dahil olduğu çeşitli teknik ve idari
konuları içeren bir dosya ile Avrupa Topluluğuna başvurmaları zorunluluğu
getirilmiştir.
Avrupa
Topluluğu'ndaki bu gelişmelere uyum sağlamak üzere Tarım ve Köyişleri Bakanlığı
çeşitli kurum ve kuruluşların işbirliği ile Yönetmelik hazırlama çalışmalarına
başlamış ve "Bitkisel ve Hayvansal Ürünlerin Ekolojik Metotlarla
Üretilmesine İlişkin Yönetmelik" 24.12. 1994 tarihli ve 22145 sayılı Resmi
Gazete' de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu Yönetmeliğin bazı maddelerinde
uygulamada rastlanılan aksaklıkları gidermek ve organik tarım faaliyetleri
sırasında yapılacak kusur ve hatalara karşı uygulanacak yaptırımların da
yönetmelikte yer alması için, 29.06.1995 tarihli ve 22328 sayılı Resmi
Gazete’de yayımlanan yönetmelik ile değişiklik yapılmıştır. Daha sonra
11.07.2002 tarihli ve 24812 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Organik Tarımın
Esasları ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik” yürürlüğe girmiştir. Organik
ürünlerin üretimi, tüketimi ve denetlenmesine dair kanun tasarısı Hükümetin
acil eylem planı içerisinde yer almış ve 5262 sayılı “Organik Tarım Kanunu”
03.12.2004 tarihli ve 25659 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Bu Kanuna
gereğince hazırlanan “Organik Tarımın Esasları ve Uygulanmasına İlişkin
Yönetmelik” 10.06. 2005 tarihli ve 25841 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak
yürürlüğe girmiştir.
Organik
Tarım Kanun ve Yönetmelik esaslarına göre üretilen bitkisel ve hayvansal tüm
ürünler organik olarak değerlendirilir ve Yönetmelikte ayrıntıları verilen
etiket ve özel organik tarım logosu ile pazarlanır.
"Avrupa
Topluluğuna Organik Ürün İhraç Eden 3.Ülkeler" listesinde yer almak üzere
de gerekli bilgileri içeren bir "Teknik Dosya" hazırlanarak öngörülen
süre içinde Dışişleri Bakanlığı kanalıyla resmi başvuru yapılmıştır.
Organik
tarım, son yıllarda gündemde oldukça sık yer almasına rağmen, aslında 50-60 yıl
öncesine kadar kullanılan en eski tarımsal faaliyetlerden birisidir.
Babalarımızın veya dedelerimizin yıllar önce, petrol kaynaklı inorganik
gübrelerin ve pestisid’lerin (tarımsal ilaçlar) yokluğunda, yapmaya çalıştığı
tarımsal üretimin, her ne kadar bugünkü anlamı ile organik tarım olarak tanımlanamaz
ise de, organik tarımın temelini oluşturduğunu söylemek pek de yanlış olmaz.
Organik
tarım, tüm dünya’da yıllardan beri süregelen bilinçsiz ve aşırı gübre ve
pestisid (tarımsal ilaçlar) kullanımı sonucu bozulmaya yüz tutan tarımsal
ekosistemi ve insan sağlığını korumak amacı ile geliştirilen ve önerilen ve
tamamen saf, sağlıklı, bitkisel ve hayvansal ürünlerin üretilmesi yanında,
tarımsal ekosistemi de koruyan bir tarım sistemi olarak ortaya çıkmıştır. Daha
geniş bir tanımlamayla, hiçbir yapay kimyasal madde kullanılmadan yapılan
çiftçiliğe organik tarım denmektedir.
İlk defa
1940 yıllarında, Kuzey Avrupa’da bazı araştırıcılar tarafından ileri
sürülmüştür. Ancak, 1920’li yıllarda Almanya’da, Avusturyalı filozof Rudolf
Steiner tarafından “Biyodinamik Tarım”; İngiltere’de 1940 yılında Albert Howard
tarafından “Organik Tarım” ve İsviçre’de, 1930’lu yıllarda Hans-Peter Rusch ve
Hans Müller tarafından “Biyolojik Tarım” olarak ortaya atılmıştır.
Organik
tarım, doğaya sahip olup, ona hükmetmek, onu kontrol etmekten çok, onunla
ortaklık kurabilme sanatı olarak da değerlendirilmektedir. Organik tarımın ana
amacı, bitkilerin, hayvanların, insanların ve toprağın sağlığını ve
verimliliğini korumak ve devamlılığını sağlamaktır. Bugün, organik tarım,
ekolojik tarım veya biyolojik tarım olarak da isimlendirilen tarım sistemleri
aslında aynı şeyi ifade etmektedir.
Kuşkusuz,
organik tarım denince, hem bitkisel hem de hayvansal üretim anlaşılmalıdır.
Yeryüzünde yetişen ve tarımı yapılan her türlü bitki organik tarımda
kullanılabilir. Ülkemizi örnek olarak verirsek, organik buğday, organik
ayçiçeği, organik soya, organik çeltik, organik mısır, organik meyve ve sebze
gibi ülkemiz tarımında yer alan her türlü bitkinin tarımı yapılabilir. Diğer
yandan, hayvansal ürünleri de (et, süt, yoğurt, bal, yumurta vd.) organik
olarak elde etmek mümkündür. Bunun için, büyükbaş, küçükbaş ve kümes
hayvanlarını, kontrollü şartlarda tamamen doğal yemlerle (organik tarımla
üretilmiş) beslemek, hastalık durumunda herhangi bir kimyasal madde (ilaç,
hormon-büyüme ve gelişme düzenleyiciler) vermekten kaçınmak yeterlidir.
Ülkemizde
ilk organik tarım faaliyetleri, bundan 20 yıl kadar önce (1985-1986 yılları),
bazı Avrupa ülkelerinden gelen talepler doğrultusunda, Ege bölgemizde kuru
incir ve kuru üzüm üretimiyle başlamıştır. Ancak ülkemizin gündemine son 10
yıllık dönemde girmiş olup, son yıllarda Avrupa Birliğinin de talepleri
doğrultusunda iyice gündeme oturmuştur. Bugün, Ege bölgesi dışına da taşarak
tüm ülkeye yayılmış durumdadır. Yurt dışından gelen talepler nedeniyle,
ürünlerde de çeşitlilik (fındık ve kuru kayısı gibi) gözlenmektedir. Günümüzde
artık, ekim alanları bazı bitkiler için yeterli olmasa da, hemen hemen her
türlü bitki grubu ile organik tarım faaliyetleri yapılmaktadır.
Burada,
organik tarımla ilgili verilen bilgiler, bitkisel üretimle ilgilidir.
Diğer bir
tarımsal faaliyet olan Doğal tarım (naturel tarım), organik tarımdan tamamen
farklı olup, aynı şeyler değildir.
Örneğin, bir alanda, dışarıdan hiçbir kimyasal gübre, ilaç veya hormon
kullanmadan kendi haline yetişen bir bitkinin ürününe doğal ürün veya naturel
ürün, bu işleme de doğal ve naturel tarım demek mümkündür. Daha önceden,
toprakta birikmiş olan gübre, ilaç ve diğer kimyasal madde kalıntılarının
varlığı, o ürünün doğal olduğunu değiştirmez. Ancak, böyle bir ürün organik
değildir. Çünkü, organik tarımın belirli kuralları olup, bunlara uyulması
zorunludur. Her ne kadar, dışarıdan herhangi bir kimyasal madde uygulaması
olmamasına rağmen, tarlada daha önceden birikmiş olan kimyasal madde
kalıntıları, elde edilecek ürünü organik olmaktan, yapılan işlemleri de organik
tarım olmaktan çıkarır. Bu iki tanım birbirlerinden kesin olarak ayrılmalı ve
çok dikkat edilmelidir. Unutulmamalıdır ki, her organik ürün, doğal (naturel)
bir üründür. Ancak, her doğal ürün organik ürün değildir.
ORGANİK
TARIMIN ÖNEMİ
Organik
tarım, her şeyden önce belirli kurallar çerçevesinde sürdürülebilir tarımdır.
Bu da başta toprak olmak üzere su, hava, çevre ve doğada yaşayan diğer
canlılara zarar vermeyen ve hayvanları koruyan bir üretim anlamına gelmektedir.
Örnek olarak ilaçlama ile çevredeki bir göl ve paralel olarak o gölde yaşayan
canlılar zarar görebilir. O gölün suyunu kullanan insanların zarar görebileceği
gibi, gölden avladığı bir balığı yiyen kuş bambaşka bölgelere hastalık
taşıyabilir. Organik tarım, kuralları çerçevesinde çevresine duyarlı, sömüren
değil sürdürülebilir olan bir üretim sağlar.
Üretilen
ürünlerin kolayca izlenebilmesi ve her aşamada denetlenebilmesi ile tarımda
ciddi bir denetim eksikliğini giderebilir.
Üretilen
ürünlerin insan sağlığına zarar verebilecek kimi atıkları barındırmasının önüne
geçerek hastalıkların yayılması/oluşmasını ciddi oranda engelleyebilir.
Organik
tarım yalnızca insan sağlığını değil, aynı zamanda yaşam alanımız olan dünyanın
korunmasını da sağlar.
Mevcut
tarım topraklarının azalmasını, çölleşmesini, kullanılamaz hale gelmesini ve
sömürülmesini de engeller.
GEÇ GELEN
İTİRAF
Mudurnu
Tavukçuluk’un eski yöneticilerinden Uğur Türesin’in yaptığı açıklamalar çok
konuşulacak gibi. Bolu’nun önemli ekonomik faaliyetlerinden biri olan
tavukçulukla ilgili ilginç değerlendirmelerde bulunan Türesin, geçmiş yıllara
ve bugüne dair çok önemli değerlendirmelerde ve itiraflarda bulundu. “Değerli
hemşeriler, emekli bir tavukçu olarak görüşümü arz ediyorum. Sen de tavukçu
idin sen yapmadın mı diyecekler, kıskanıyor diyecekler. Olsun. Dayanamıyorum.
Ne derlerse desinler, söz konusu vatansa gerisi teferruat” diyerek bir açıklama
yapan Mudurnu Tavukçuluk’un eski yöneticilerinden Uğur Türesin, geçmiş yıllara
dair oldukça ilginç itiraflarda bulundu.
“Hatalıydık”
Uğur
Türesin; “Bundan 10 yıl önce, tavukçuluk bu kadar yoğun değildi. O günün
şartlarında şirket sürekli yatırım yaptığından, parasızlıktan, kendi
arazilerimize tarım alanlarında, bizler de yapılaşma yaptık. İtiraf ediyorum,
hatalıydık. O günlerde bu kadar çevre bilinci oluşmamıştı. Dostlar Avrupa’da;
yer altı suları kirleniyor, koku, böcek vs oluşuyor, hayvan ve insan sağlığını
etkileyecek, insanlığı o bölgede ekonomik yönden bitecek diye artık kümes
yapılmıyor. Hayvan hakları dernekleri de, tavuklar sıkışık ve zulüm içinde
yetişiyor, diye tepki gösteriyorlar” diyerek bugünkü sistemin artık yanlış
yönlerinin görüldüğünü ve yavaş yavaş terk edilmeye başlandığını, anlattı.
Konuşmasında muhtemel salgın hastalıklara karşı tedbir alınması gerektiğini
söyleyen Uğur Türesin: “Mudurnu ilçe sınırları ve 10 km çevresi, yoğun tavuk
yetiştiriciliğinden kaynaklı her an çıkacak bir hastalıkla karşı karşıya.
Basından da izliyoruz” dedi. “Allah korusun böyle bir şey olursa 50 yıl bu kötü
imajı silemeyiz. Bölgeyi karantinaya alırlar. Mevcut tavuk fabrika tesisleri
çalışmaz, üretim yapamaz. O zaman işsizlik yeniden patlar. Turist de gelmez
ilçemize” diye konuştu.
“Tehlike
kapıda”
Açıklamasına,
bugün yapılan ve yapılması gündemde olan faaliyetlerle ilgili devam eden
Türesin; şöyle devam etti: “Şu an zaman zaman ters esen rüzgârda yol boyunca
tavuk pisliği kokuları hissediliyor. Bu sebeple kimse Nallıhan-Bolu Karayolu
üzerinden Mudurnu’ya giriş yapmaz. Yeni yapılacak tesisler otomatiktir. 400
binlik tavuk sürüsüne göz kontrolü ile 4 kişi bakmakta, istihdama faydası
yoktur. Mudurnu’da üretilen her şey lekelenecek. Tehlike kapıda. Dağ
köylerimizde ucuz araziler çok ve işletmeler için mikro klimatize doğal koruma
durumundalar. Nallıhan yolu Yüzüncüyıl Köyü, Dedeler, At Yaylası, Uğurlualan
yol boyu müsaittir. Tabi ki köylerimizin en az 500 metre dışına yeni kümesler
kurulmalı. Bu durum entegre işletmelerimiz için de risklidir”
“Tyson
tavukçuluk bile iflas etti”
“Üretim
çoğaldıkça kontrolden çıkıyor. Büyüklüğe gelmez.” diyen Türesin, piyasaya dair
endişelerini Amerika’dan bir örnekle gösterdi: “Amerika’da, günde bir buçuk
milyon tavuk kesen, eski başkan Bill Clinton’un sponsoru, Tyson tavukçuluk bile
iflas etti. Sektör kontrollü büyümelidir. Nefisler insanları ne hale getiriyor.
Örnek bizleriz, bu işler cesarete bakmaz, daha fazla üretim istihdam diye
maliyet düşüreceğiz derken, bankacılık sektörünün o yılki zayıflığının acısını
hepimiz çektik, yaşadık. O yıllarda biz Avrupa’yı takip ettik. Hastalık
tehlikesini, bugünleri gördük. 10 yıl önce kapasitemizin % 10’nunu organik köy,
yayla tavuğuna çevirdik” Türesin konuşmasında, köylerde kümeslerin boş ve alt
yapılarının hazır olduğunu söylerken tavukçuluk sektöründe faaliyette bulunacak
sanayiciler için de tavsiyelerde bulundu: “Sanayici, tavukçularımızı da,
çiftçilerimizi de koruyacak, daha fazla kazandırırken insan sağlığı ve
çevremizi koruyacak, köy yaşamının devamını sağlayacak, doğal, organik, ekolojik
üretimde bulunmalı. Pazar hazır. Yurt dışında üretimler daha sağlıklı ve
lezzetli olduğundan, organik üretimde %35-%40 ulaşıldı. Bizim farkına varıp bu
günleri görerek Türkiye’de ilk yaptığımız Yayla Köy tavuğudur. Çare, çözüm
budur. Yetkili belediyemize ileri gelenlerimize kamuya, makamlarımıza
duyurulur” Türesin, tavukçuluk sektörünün bir an önce gözden geçirilmesi
gerektiğine de dikkat çekti.
(*) Bu
itiraf, 04.10.2010 tarihinde"BOLU EKSPRES" Gazetesinde
yayınlanmıştır.
Hamdi DAĞ
Başkan
STD-SÜRDÜRÜLEBİLİR EKOLOJİK TARIM VE ÇEVRE
DERNEĞİ
Adres : Rüzgarlı Cad. No: 13/19
Ulus-ANKARA
Tel&Faks : +90.312.4338206
Gsm : +90.535.7992335
E-Posta : std.genelmerkez@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder